İnsan ilişkilerinde düzey
İnsan çok boyutlu ve riskleri fazla olan bir varlıktır. İnsanın neliğine
dair tarih boyunca öne sürülen görüşler, insanın farklı enstrümanlarına dair
geliştirilen felsefi açıklamalar bugün de hala tartışılmaya devam etmektedir.
Bildiğimiz üzere insanın bilgi elde etmek üzere farklı yetileri
bulunmaktadır. Bunlar akıl, duygu, sezgi vb.dir. Kimi görüşler insan aklını
merkeze çekerken kimileri de duygu ya da sezgiyi öne çıkarmaktadır. Hatta kimi
yaklaşımlarda öne çıkarılan yetiler karşısında diğerleri ihmal edilmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’in hitap şekline baktığımız zaman, muhatap aldığı insanın
sahip olduğu yetilerinin tümüne ayrı ayrı hitap etmektedir. Nitekim “akletmez
misiniz” şeklindeki dikkat çekici hitaplar nedensellik ilişkilerine ve akılsal
çıkarsamalara referansta bulunurken, duygu ve sezgilere de hitap edilmektedir.
Hala Kur’an-ı Kerim’in bilimsel incelemesi şeklindeki başlıkların arz-ı endam
etmesine şaşırmamak mümkün değildir. Çünkü Kur’an bilimsel bir kitap olmadığı
için bütünüyle bir bilimselliğin konusu olamaz. Bir kutsal kitabın tamamıyla
bilimsel olması düşünülemez.
Aydınlanma düşüncesi kendisinden önceki dönemden farklı olarak aklı öne
çıkardı ve bu anlamda ideal profilini rasyonel birey olarak güncelledi. Akıl
bir yeti olarak bundan sonra insana kılavuzluk yapacaktı. Süreç içerisinde Batı
dünyasının geliştirdiği tüm müktesebat bunun üzerinden düşünüldüğünde
tabiatçılık, pozitivizm, rasyonellik baskın anahtar kavramlar olarak kendisini
göstermiştir. Fakat bu tek boyutluluğun yol açtığı handikap bir müddet sonra
romantizm akımı ile itiraza uğramıştır. Aslında romantizm, insanın irrasyonel,
sezgisel ve duygusal boyutlarının da olduğuna dair bir hatırlatma ve
Aydınlanma’nın handikaplarını bir tolere etme biçimi olarak devreye girmiştir.
Bunun dışında insanla ilgili oluşturulan çeşitli felsefeler de öncelikle
onunla ilgili bir konumlandırma yapmışlardır. Kimi teoriler, Thomas Hobbes ve
Mark Twain gibi, insanın kötü olduğu tezinden yola çıkarak felsefelerini
kurmuşlardır. Kimi teoriler de insanın iyi olduğu üzerinden görüş
bildirmektedirler. Elbette dünya hayatına göz atıldığında ortaya çıkan sonuçlar
açısından düşünüldüğünde, insanların iyi ve kötü eserlerinden bahsetmek
olasıdır. Dolayısıyla bu tezlerin ve özellikle insanın kötü olduğuna dair
tezlerin gündelik toplumsal ilişkilerde bir ihtiyatı ifade etmesi açısından
anlamlı olduğuna değinilebilir.
İnsanın en önemli gerçekliği “beşer” olmasıdır ve insanın nisyan kökünden
geldiği hep ifade edilir. Dolayısıyla bu nitelik daha en baştan insanın küçük
ya da büyük oranda hata yapabileceğine dair durumu belirtir. Bunun bir sonucu
olarak insanın idealize edilmemesi gerektiği anlaşılmış olmaktadır. Mevlâna;
kusursuz dost arayan dostsuz kalır” şeklindeki veciz ifadesiyle bunu dile
getirmektedir.
Gündelik hayatta dost, ahbap, akraba ve arkadaşlarınızı dinlediğiniz
zaman, hep insanın yapıp etmelerinden şikayet edildiği görülmektedir. Ayaküstü
komşu konuşmaları, dostların muhabbetleri, arkadaşların anlatımlarında dikkat
edilirse insandan şikayet başat bir unsurdur. Hatta tüm bunları dinlediğinizde
meselelere biraz daha dışarıdan bakarsanız “hata yapmayan kim” sorusunu her
zaman sorarsınız. Çünkü bir gün şikayet eden kişi, çok rahatlıkla ertesi gün
şikayet edilen olabilir. İnsan bu geçirgenlikler içerisinde hayatını devam
ettirmektedir.
Tüm bunlar karşısında kimileri insanlarla ilişkilerini koparıp
yanlızlaşma gibi bir tavra giderler. Kimileri de tüm bu hengame içerisinde
hayatı geldiği gibi yaşamaya devam ederler. Peki ne yapmak lazımdır? Üçüncü bir
yol var mıdır? İnşaallah bu sorunun cevabını gelecek yazıda aramaya çalışalım.