İnsan haddini aşınca...
Geçen
haftaki yazımızın giriş kısmı bizi Kur’an-ı Kerim’in inişi sırasına göre ilk
sure esaslı bir yazıya sevk etmişti. Bu yazımızda aynı sureden ayetlerle konuya
devam edelim.
İnsanlar
diğer varlıklar arasında kendi yaradılış gayesine uygun düşmeyen, dinlerin “uzak durun!” dediği pek çok eylemin
sahibi olan yegâne varlıktır. Üstelik yaptıklarının iyi olup olmadığını,
başkasına zarar verip vermediğini de biliyor. Buna rağmen kötüye yönelmesi
(şer) insanı günahkâr (suçlu) kılıyor. Oysa Allah Tebarek Teâlâ bir yönüyle de bütün
Peygamberleri (selam üzerlerine olsun) insanı kötülerden, kötülüklerden korumak
amacıyla göndermiştir. Resuller de bu amaca uygun yani insanları karanlıklardan
(zulümat), kötülüklerden korumak uğruna çabalarken çok acı ve eziyet
çekmişlerdir.
Peygamberlerin
çağrısı kendisine değil, Yegâne yaratıcı olan Allah’a idi;
İnsanı
Yaradan’a,
İnsana
bilmediğini öğreten Yaradan’a,
İnsana
ikramda bulunan ve insanı kerem sahibi kılan Yaradan’a…
(Ama) İnsan
bu gerçeğe rağmen haddini aşar. (Alak Suresi:6)
Yeryüzünün
en büyük günahı yaradılanın Yaradan’ına karşı haddini aşmasıdır. Kendisine
hayat bahşeden, kendisine akıl veren, kendisine yol gösteren, kendisine
dokunulabilecek kötülüklerden, acılardan, zararlardan korunmayı öğretene (Allah
cc) karşı küstahlık yapmak, saygısızlık yapmak sadece insana mahsustur.
İnsanın
şu kısacık dünya hayatından sonra gideceği yerde huzur bulacağına dair
garantisi mi var?
Yoksa
insan öldükten sonra hiçbir şey yaşa(n)mamış gibi bir yok(!) oluşa mı inanıyor?
Hayır!
Dünya hayatından sonra;
Şüphesiz dönüş
Rabbi’nedir! (Alak Suresi:8)
Buyurur
Âlemlerin Rabbi…
Evet,
ölüm bir yok oluş değil, çünkü dönüşümüz Allah’adır.
Kabul
edelim ki insanın inancıyla bağı gerektiği kadar sağlam değil.
İslami
düşüncede ama bilhassa tasavvufta mü’minlerin Kur’an-ı Kerim’i okuyup
anladıkları halde, Rablerinin kendilerinden ne istediğini bildikleri halde
Allah Teâla’nın buyruklarına muhalefet etmesi, yani bile isteye günaha yönelmesi
korkunç olarak karşılanır. Kimileri de “Allah’ın
kendisini gördüğünü, işittiğini bildiği halde insanın işlediği her günah büyük
günahtır/kebair” der.
Sahi,
O’nun (cc) her an her yerde olduğuna iman etmedik mi?
E lem ya’lem
biennellahe yera? Allah'ın kesinlikle her şeyi gördüğünü bilmiyor mu? Alak
Suresi:14)
O’nun
her şeyi işittiğine, kalbimizden geçen her şeyden haberdar olduğuna iman
etmedik mi?
O
zaman bize ne oluyor..?
Ekberî
gelenek Kur’an-ı Mubin’i okuyan bir Müslümanın mesela, “Deveye bakmıyorlar mı nasıl yaratılmıştır?”[1]
Ayetini okuduktan sonra artık deveye eskisi gibi bakmamaları gerektiğini
söyler.
Müslüman
bir gencin, inanmayanların “Rahman da
ne/kimmiş!?!”[2]
sözünü Kur’an-ı Mecid’de okuyunca fenalık geçirdiğini okumuştum. Bu sözün nasıl
bir ağırlığa sahip olduğunun bilincine ermek öncelikle Kur’an-ı Kerim’in
Sahibi’ne iman bilinci ile alakalıdır. Biz inananlar, Allah katından geldiğine
iman ettiğimiz Kur’an-ı Kerim’i bizim de onun da sahibi olan Âlemlerin Malik’i
Allah’a yaraşır bir kulluk bilinciyle okumadan çok uzağız. Bu yüzden okuduğumuz
ayetler yaşantımıza yansımıyor.
Anlayacağınız
bizim Kur’an’ımızla aramızdaki ilişki “Allah’tan
gelen”e layık bir ilişki haline dönüşmemiştir. Dahası inkârcılar, müşrikler
gibi olmasa da, biz Müslümanlar da Âlemlerin Rabbi’nin kadrini layıkıyla
bilmedik: “Allah’ın kadrini gereğince
bilmediler…”[3],
asıl sorun burada yatmaktadır.
Bilinen-bilinmeyen
bütün evrenlerin Malik’i Allah Subhanehu Teâla ile irtibatımız O’nun yol
gösterdiği gibi ve tam bir ihlas ile kurulmalı.
Allah nasib ederse ilerde Kur’an-ı
Kerim’den bazı ayet ve surelerin tefsiri ile karşınızda olacağım. O zaman
meramımızı daha iyi anlatabiliriz. Bu haftadan itibaren ise ara ara inşaallah
sizden gelen talepleri dikkate alarak Kur’an-ı Mubin’deki bazı kavramları yazacağım:
Ayet, Sünnetullah, Hikmet, Zikr,
Tedebbür, Tefekkür… ve daha pek çok kavramla Kelamullah’ı daha iyi kavramak
için sizlerden dua bekliyorum.