İNSAN: GÜÇLÜ MÜ ZAYIF MI?
Uzun zamandır
kelam üzerinden Tanrı-insan ilişkisinin mahiyetine dair farklı görüşler ve son
kertede bugün yaşadığımız dilemmadan kurtulmanın imkanlarına işaret etmekteyim.
Bu mesele niçin önemli? Şu anda tecrübe ettiğimiz bütün mikro sorunların
göndergelerinin Tanrı-insan ilişkisi olmasına bir kere daha dikkat çekmek
gerekir.
Bugün özellikle
kurumsallaşmış dinlerin zayıfladığı ve Taylor’ın tabiriyle dinin sadece
alternatiflerden bir alternatif haline geldiği bir dünyada insanın güçlü olup
olmadığı, Tanrı karşısında değişen konumu ve gücü belki modern sorunsallar
olarak zikredilebilir. Zira modernizm bizzat Tanrı merkezli bir evren
anlayışından insan merkezliliğe geçerken açık ve örtük biçimde insanın da güçlü
olduğunu deklare etmekteydi.
Öte yandan
hümanizma ile birlikte kendisinin üzerinde herhangi bir otorite tanımayacağını
deklare eden insan, bir yandan Tanrı’ya göndergelerini iptal ederken diğer
yandan kendisini kuvvetlendirecek enstrümanları da devşirmeye başladı. Bu
bağlamda Aydınlanma düşüncesi ile birlikte daha da belirginleşen “birey”
insanın güçlülüğünün bir göstergesi olarak da sayılmıştır. Nitekim din, gelenek
vb. tüm bağlarından azade olan birey, dünyanın rasyonel inşasının da itici
kuvveti olarak ortaya çıkmaktaydı.
Bugün gelinen
noktada kanaatimizce insan için şu hayati soru(n)lar belirmiştir. Birincisi,
insan bugün gerçekten güçlü müdür? İkincisi, post/modern çağın getirileri ve
tüm enstrümanları dikkate alındığında insanın konumu nasıl değişmiştir?
Üçüncüsü, Ortaçağ’dan itibaren adım adım Tanrı karşısında özgürleştirildiği
iddia edilen insan gerçekten özgür olabilmiş midir? Belki bunlara bir dördüncü soruyu da
ekleyebiliriz. Tanrı-insan ilişkisinin değişen mahiyeti insanı ve ilişkilerini
nasıl etkilemiştir?
Şimdi sırasıyla
bu soruları cevaplandırmaya çalışalım. Birincisi, bir kere insan ürettiği
teknoloji ile dünyayı değiştirme konusunda maharet sahibi olduğunu
göstermiştir. Fakat tabiat karşısında teknolojinin yarattığı yapaylık bu sefer
onu esaret altına almıştır. Diğer yandan, Tanrı’nın otoritesinden azade olmakla
güçleneceğini düşünen insan, aşkın bağlarından yoksun olunca güçlenmiş
değildir. Bu sefer bir anlam problemiyle karşı karşıya kalmıştır. Açıkçası
bugün tecrübe edilen küresel kapitalizm ve onun ortaya çıkardığı güç
hegemonyası insanı kitleselleştirerek, ucuz işgücü olarak görmekle biyolojik
bir yaşama mahkum etmiştir.
Belki bu
bağlamda, insanın Tanrı’dan bağımsızlaşmasının onu güçlendirmediğini; tam
tersine insan ve evren ilişkisinde elini zayıflattığını görmeliyiz. Bunun temel
sebebi Tanrı ve insanın konumunun değişmesi; buna bağlı olarak da eşyanın yeni
bir gerçeklik yaratmak üzere konumunun değişmesidir. Bir başka yazımda bu
durumu; “herkes yerine geçsin” şeklinde ifade etmiştim.
Post/modern çağ
aslında modernliğin iddialarından bir geri çekilmeyi ifade ettiği kadar, insana
dair sınırlılıkları da net bir şekilde göstermiştir. Modernliğin metafizik
spekülasyonlardan kurtularak “kesinliğe” ulaşma iddia ve talepleri
gerçekleşmemiş, tam tersine post/modernlikle birlikte evrensel akıl, bilim vb.
iddiaları sorgulanmıştır. Böylece gücün hegemonyasının baskın olduğu bir
teoloji kendisini göstermeye başlamıştır.
İnsanı Tanrı ve
dinin köleleştirdiği şeklindeki argümanlar hala söylenmeye devam etmektedir.
Şöyle soralım; İnsan Tanrı’dan bağımsızlaştığı oranda gerçekten özgürlüğünü
elde etmiş midir? Post/modern çağın edebiyatına dikkatle bakıldığında, insanın
özgürlük başta olmak üzere anlam problemine kadar ciddi bir dilemma yaşadığı
anlaşılmaktadır.
Şunu da belirtmeliyiz ki, Tanrı’nın yerine ikame olmaya çalışan insan, bunun ortaya çıkardığı boşluğu dolduramamaktadır. Çünkü insan Tanrı değildir.