İnsan çürürken
Ortaçağ Hristiyan antropolojisine göre Eski Ahit’in başında yer alan “Yaratılış” kitabında iki ayrı insan imgesi yer alır. Bu antropolojiye göre insanlar, yaşadıkları yüzyıllara göre adlandırılırlar; 5.yüzyıldan 11.yüzyıla kadar zayıf ve günahkâr nitelikteki ‘kötümser insan’, 12. ve 13. yüzyıl da ise Tanrı’nın bir yansıması olan ‘iyimser insan’...
15. - 16. yüzyıldaki
teknik, bilimsel ve sanatsal ilerleme ile beraber artık hümanizm ve reform
insanı ortaya çıkar. 17. yüzyıl ise muzaffer aklın yüzyılıdır. Bu yüzyılda, insan
için tali ve tehlikeli bir yolun başlangıç çizgisi belirir. İnançlar sorgulanır,
saldırgan ve eleştirel bir yüzyıl ile beraber felsefi akıl ortaya çıkar. Ayırt
edilmeksizin her şeyin sorgulandığı bu yüzyılda insan, zifiri bir karanlığın
içine doğru koşarken ruhunu dizginlediğinin farkına varamaz.
Dolayısıyla Kilise’nin
ilan ettiği savaşı, elbette her şeyi sorgulamanın ve akla göre çıkarım yapmanın
dünyevi hazzını tatmış olan insan kazanır. Artık doğanın sahibi ve efendisi
olan insanın yüzyılı başlamıştır: Barok tarzıyla sanatta kurallar ve ölçü
reddedilir; insanın damarlarında dolaşan ve onu dizginleyen inançlara karşı
düşüncede cesur bir eleştiri geleneği, günlük hayatta ise bir meydan okuma hali
zuhur eder.
18. yüzyılla
beraber bilimin konusu olamayacak, deneyimlenmemiş her şeyle beraber nihayet metafizik
de reddedilir, artık yalnızca ampirizmin hâkim olduğu eleştirel düşünce söz
konusudur. Bu çağ, aydınlanma ile beraber akla ve özgürlüğe düşkün insanın bütün
baskı ve otoritelerden kurtulmak için yeni nedenlerini var eder. Yeni özgürlük
anlayışı, özgür yaratılan insanı, hem özünden hem de özgürlüğünden koparır.
***
İnsanın kendi
ruhuna meydan okuyan tali ve tehlikeli yolculuğu, günümüz utanç çağında da
devam ediyor. Sömürü, zulüm, soykırım, ayrımcılık… Kısaca Batının hâkim paradigmalarının
kendinden olmayanı kapsamadığı bir çağa tanıklık ediyoruz. Bununla beraber her
medeniyet krizinde yeni bir yol bulan insanın bu sefer bocaladığı görülüyor.
Fakat insan, mevcut küresel düzenin, ona güç sağlayan araçların ve yaşanılan
çağın topyekûn reddedilmesiyle ancak yeni bir yol bulabileceğinin ve aynı
zamanda siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel her türlü vahşiliği kabullenmeyerek ancak
buğz etmiş olabileceğinin de farkında.
İnsana, insan
olduğunu unutturarak ona pusu kuranların aynı zamanda pusulanın kuzeyine haz ve
ayartıları yerleştirenler olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle Batı’nın
navigasyonuna değil, dışarıdan müdahale edilemeyen usturlaplara ihtiyaç duymaktayız.
Çünkü aklın tek başına hükümdar olduğu ve inançların tüm uzantılarıyla hayatın
içinden çıkartıldığı seküler hayat, insana hem Yaradan’ı hem yaratılan olduğunu
ve hem de dünyaya gelme amacını unutturmaktadır.
Oysa Kur'an'ı
Kerimin tasvirinde ruh ve bedeniyle en güzel şekilde yaratılan insan; akıl,
bilgi, irade, düşünme ve düşündüklerini eyleme geçirebilmesiyle diğer tüm
varlıklardan üstün kılınmıştır. Allah (cc), kendisine kulluk yapması, yeryüzünü
imar ve ıslah etmesi için dünyadaki her şeyi insan emrine vermiş ve onu halife
olarak yaratmıştır.
Buna rağmen duvar
örmede pek mahir olan çağımız insanı, Yaratıcı ile arasına ördüğü duvarın hemen
arkasında sadece bir marka olarak varlığını devam ettirmektedir. İnsan, lügatinde
“gönül” kelimesine karşılık olmayanlara hayranlık duyarak hem kendini hem de ruhunu
kaybederek çürümeye başlamıştır. Bu çürüme ancak örülen duvarların hemen
arkasındaki nimetlerin farkına varıldığında durdurulabilecek ve böylece insan
kulluk, imar ve ıslah görevi için yeni/den yola çıkabilecektir.