İnsan artık esir değil borçludur
Öncelikle, bir maaş için bitap düşene dek çalışan işçileri, memurları, kronik yorgunluk ve sıkıntılar karşılığında yaşam hakkı, beslenme ve çocuklarının eğitimi için borca giren, arsız bir seçkin kesimin birkaç günde kazanabildiğini bir ömür çalışsa bir arada göremeyecek olan günümüz borçlularını kucaklıyor ve bayramlarını tebrik ediyorum.
*
Yazının girişinden FredericGros
okuduğumu anlamış olmalısınız… Soruyor,
“Neden boyun eğiyorsun?” Çünkü ben itaatkârım.
“Peki, itaatkâr neden boyun eğer?”
Başka türlü yapamaz. Daha az güçlüdür ve borçludur.Deleuze’den ilhamla atığım başlıkta da olduğu gibi.
Tam da bu noktada şayet köşem elverirse size Dotoyevski’nin muhteşem romanı
KaramazovKardeşler’in “Büyük Engizisyoncu” bölümünde geçen bir hikâyeden
bahsedeceğim.
16. yüzyıl İspanyasında engizisyon dönemindeyiz. Yer,
Sevilla. İsa, göz alıcı bir beyazlıkla ve tüm ihtişamıyla dünyaya geri
dönmüştür. İnsanların arasından ilerlemeye başlar. Kuşkusuz herkes onun İsa
olduğunu anlar.
Sevilla Meydanı’ndaki katedralin önüne geldiğinde 90 küsur yaşlarındaki
Engisizyon Yargıc’ı hemen o anda muhafızları çağırarak İsa’yı tutuklatır ve
zindana atar. Hikâye de burada başlıyor.
Zindandaki İsa’nın yanına gelerek ona şöyle der; “Neden bizi rahatsız etmeye geldin?”
Belli ki bir sistem kurmuş ve onun bozulmasını istememektedir. Kendini haklı
çıkarmak istercesine o üç reddedişe neden karşı çıktığını anlatır.
İsa’nın şeytanın üç talebini daha doğrusu hilesini
reddettiği hikâyeyi kastediyor.
Şeytan, uzun bir oruç
sürecinden sonra çölde bitap düşmüş İsa’nın yanına gelir ve ondan önündeki
taşları ekmeğe çevirmesini ister. İsa, “hayır” der. “İnsan, sadece ekmekle
yaşamaz.”
“Neden o taşları ekmeğe çevirmedin” diye çıkışır
Engizisyoncu.“Sen özgürlüğü tercih ettin
oysa biz onlara ekmeklerini verdik ve paylarını dağıttık. Onlar da bize
teşekkür ettiler.” Ekmeği yapanın kendileri olduğu halde onlar sadece
kendilerine uzanan eli görüyorlardı.
Böylelikle iyiliksever bir kimseye yani bize tapabiliyor ve
iştahla itaat edebiliyorlardı.
Sonra şeytan sana dedi ki; “Şu yüksek tapınaktan kendini aşağıya doğru at zira melekler seni
tutacak ve senin bir peygamber olduğun kanıtlanacak.” İsa, bunu da, “Rabb’i denemeyeceksin” ilkesi gereği
reddetmişti.
Çünkü o gerçek inancın insanın kendi içinde
sağlamlaştırılması gerektiğini söyler. Yargıç ise buna sinirlenerek şöyle der;
“Zaten günlük kaygıların altında iki
büklüm olmuş korkak ve cahil bir halka üstüne bir de gerçek arayışının
sorumluluğunu yüklemeye ne gerek vardı?”
Kilise olarak biz onların o yükünü de aldık neye
inanacaklarını neyi düşüneceklerini onların yerine doğruladık, tasdik ettik.
Halk da yükünü hafifletenlere minnettardır.
Üçüncü reddediş şudur. Şeytan, İsa’ya dünyanın tüm
krallıklarını o büyük gücü ona bahşedeceğini söyler. İsa da “çekil git şeytan, sadece Rabb’e tapacak ve yalnız ona kulluk
edeceksin” diyerek kabul etmez.
Bizim Engizisyon Yargıcı buna da karşı çıkar. “Oysa” der. “İnsan sadece boyun eğişte bir
araya gelir, birbirine benzer ve kendini yalnız hissetmez.”Zira itaat bir araya
toplar. İnsan için aynı efendiye boyun eğmekten başka kurtuluş yoktur.
İsa ise,“gücün
efendisi”, “adaletin efendisi”
ve “gerçeğin efendisi” olmayı
reddetmiştir. Çünkü insan kendi
sorumluluğunu bilmeli, akletmeli ve kendi vicdani sorumluluğunun yükünü
omuzlarında hissetmelidir. Kısacası kendi olmalıdır.
Dostoyevski, bugün insanları esir alan ve itaatkâr birer
nesneye dönüştüren düzeneği İvan’ın anlatısı üzerinden çok da güzel resmediyor.
Bugün
borçlandırılarak ruhu ve bedeni bölünen insanların itaat etmekten başka bir
çaresi yokmuş gibi öylece ortalıkta iki büklüm dolaşmaları ne hazin bir
esarettir. Artık boyun eğen,körlemesine itaat etmektedir.
Çünkü bunun çok ağır bir bedeli var. Yalnızlık, açlık ve
dışlanma…