İnşai İslam Düşüncesi
Post/modern küresel dünyada yaşanan ekonomik ve toplumsal krizler dünya ölçeğinde derinleşmeye devam etmektedir. Bu krizler bir yandan kitlelerin yoksullaşmasını ve borçlanmasını getirirken, diğer yandan toplumsal yaşam da anksiyete durumunu neredeyse normalleştirmiş görünmektedir.
Modern dünya ile ilk
karşılaşmasından itibaren Müslüman toplumların bir sarsıntı içine girdiği
gerçektir. Esasen bir boyutuyla tarih felsefesi de yapan İbn Haldun “yenilen
milletler yenenleri taklit ederler” derken, bize o dönemde Osmanlı başta olmak
üzere Müslüman toplumların ilk tavrını da açıklamış olmaktadır.
Daha önce üstünlüğü
sebebiyle Batı’yı ciddiye almayan Osmanlı, toprak kaybetmesinin ve işlerin
yolunda gitmeyişinin ardından Batı’ya yüzünü dönmek zorunda kalmıştır. Bugüne
kadar Batı ile bir şekilde devam eden temasın farklı safhalarından bahsetmek
mümkündür ki, bunu da tarih felsefesi bağlamında kaydedebiliriz. Hayranlık,
öykünme, taklit, fikir, teori ve kavram transferi.
Bu minvalde şu gözlemimi bir
not olarak iliştirmek gerekir. Türkiye’nin 1980’li yıllardan itibaren düşünce
dünyasındaki devinimlerini gözlemlediğimizde, 1980’li ve 1990’lı yıllarda islam
düşüncesi adına Müslümanlarda varolan kendine güvenin bugün zayıfladığını
söylememiz mümkündür. Aslında aradan geçen zaman dilimi, Avrupa ve hatta dünya
ile artan etkileşimlerden sonra bunun tam tersi olması beklenebilirdi.
Şimdi yaşadığımız çevreden
başlayarak dünya ölçeğinde yaşanan kriz karşısında Batı düşüncesi ve yaşam
tarzının daha çok onaylandığı gibi bir düşünce bende egemen bulunuyor. Elbette
bugün üretim ve egemenlik bakımından, Batı düşüncesinin tüm dünyada hala etkin
olduğu gerçeğini reddetmiyorum. Fakat bu, Batı düşüncesinin dünya ölçeğinde
yaşanan krizleri çözebileceği anlamına gelmiyor. Zaten sorun da buradan
kaynaklanmaktadır.
Fakat tüm bu yaşananlar
karşısında gerek krizi aşma, gerekse kendisi olarak düşünce üretme açısından
yaklaşılsın, İslam düşüncesin çağdaş inşasının yeni bir safha olarak ciddiye
alınması gereken bir devinimin konusu olmalıdır. Burada “düşünce” üretiminin
siyasi, ekonomik, toplumsal güçlerin gölgesinden uzak bir şekilde eleştirel
olarak yapılması gerektiğine dikkat çekilmelidir.
Aslında açık ve örtük
biçimde “kendisine dönmenin” zarureti, geleceğe doğru projeksiyonda düşüncenin
merkezinde olması gerektiği dile getirilmektedir. Kendisi kalarak düşünce
üretiminde bugün için ihtiyacımız olan şeylerden ilki, artık farklı bilimsel
disiplinlerde kendi kavramlarımızı oluşturmak, yeniden tanımlamak ve
içeriklendirmek olmalıdır.
Elbette “insan” olması
hasebiyle farklı kültürlerdeki kavramsal çerçevelerin ortaklaşa kullanımları
olabilir. Ancak bir toplumu diğerinden ayıran nitelik, sorunlar karşısında
buldukları çözümlerdir. Bu da kültürel farklılıklarla bağlantılıdır.
Dolayısıyla toplumların refleksleri, kültürel çerçeveleri kendilerine özel
teorileri, kavramları gerektirmektedir. Müslüman toplumlar tarihten gelen
derinliklerde varolan teori ve kavramları yeniden ortaya çıkarma ve
içeriklendirme ile kendisine doğru yerden bakabilme işlemini
gerçekleştirecektir.
Bugün müslüman toplumları
bekleyen temel görev islam düşüncesinin bu çerçevede yeniden inşa edilmesidir.
Burada “inşa” kavramını özellikle kullanıyorum. Zira inşa için birkaç işlemin
birlikte yapılması gerekmektedir. Birincisi, geleneksel müktesebattan kopmamak
için geleneğin eleştirel bir tavırla ele alınmasıdır. Çünkü İslam düşüncesi bir
geleneğe yaslanmak durumundadır. İkincisi, Batı düşüncesinin müktesebatı yine
eleştirel bir tavırla değerlendirilmelidir. Çünkü Batı düşüncesinin
değerlendirmeden İslam düşüncesi inşa edilemez. Üçüncüsü ise, çağdaş
sorunlarımızı listeledikten sonra elde edilen müktesebat bugünkü şartlar içinde
sorunların çözümü için analiz edilecek ve öneriler sunulacaktır.