İNFAK AHLAKI
Şunu net biliyoruz ki; vahyin her emrinin bir de ahlaki boyutu vardır... Hakeza Allah yolunda infakında ciddi bir ahlaki hassasiyet gerektirdiğini göz önünde bulundurmak durumundayız...
Şayet infak eden de, infak ahlakı ve ihlası yoksa, o infak o kişiyi ifsad eder... işte infakta ki ihlas ve ihtimam insanı şımarmaktan koruyuverir ...
Esas olan infakta hasbilik ve kalbiliktir... Aslında, vermek varlık işi değil yürek işidir... Yüreğini ortaya koymadan mazlumların yüreğini ısıtacak iyilikleri nasıl sürdürebiliriz?
Yüzsüzlük edip istemeyenlerin dünyasına yürüyebilecek bir içtenlik ve inceliğimiz varsa bu infak bizi yüceltecektir...
İşte bunun için diyoruz ki, ahlak olmaksızın infakta olmuyor, verilenler telef oluyor...
Sonuçta vermenin de bir adabı ve ahlakı vardır... Verirken muhatabı ezmeden vermek zorundayız, çünkü alanın bir haysiyeti ve şahsiyeti vardır... Vermedeki hassasiyet, alanın haysiyetini hesaba katmaktır...
Bu incelik yoksa yapılan işin hayrı da yoktur...
Evet, ezmeden, üzmeden, edeb ve erdemle vermeliyiz..
Yarınlarda "veyl olsun o verenlere" denilenlerden olmamak için riyasız ve reklamsız vermeliyiz...
Rıza ve rıdvan neyimize yetmez ki? Yeter ki niyetimiz halis, kazancımız helal olsun...
Verdikten sonra bakışlarımızla ezme, tepeden bakma, baş kakıncı yapma, hakkımız yok... Yaptığımız sadece hak sahiplerine haklarını tevdi etmektir...
İnfakımızla kimseyi satın almıyoruz, biz sadece sonsuz nimetlere müşteriyiz... Kimsenin kimseye diyet borcu yok, sadece dua isteriz...
Sonuçta vermek; hesabımızı kolaylaştırmak, kendi kurtuluşumuz için değil mi?
Fanilerden teşekkür beklemek yerine öncelikle bize verebilmeyi nasip eden, vermeyi sevdiren Allah'a şükrümüzü sunmalıyız...
İnsanlar vefasız, hatta nankör olabilir, sen verdiğini unut, kimseden bir şey umma ve de vermekten usanma ...
Çünkü; her veren elin arkasında bir veren vardır... Veren de Allah, verdiren de Allah, vermeyi sevdiren de Allah ... Allah nasip etmezse veremezdik...
O halde verirken kendi adımızı öne çıkarmadan, Allah adına ve Allah yolunda vermeliyiz...
Allah'ın görüyor olması yetmez mi? İlla insanların da görmesini ve bilmesini neden isteriz ki?
İnfakın arkasında görünme isteği, bilinme arzusu, gösterme duygusu varsa, korkarım ki gösteriş zaafı o infakın zayi olmasına neden olacaktır.
Hani, "sağ elin verdiğini sol el bilmeyecekti?"
Yoksa verdiklerimiz üzerinden itibar devşirme peşinde miyiz? İhtiraslarımızı tatmin etme yolunda mıyız? Bu yolla statü sahibi olmak, nüfuz alanını genişletmek gibi dünyalık beklentilere tenezzül etmeden ihsan ve infak yoluna yoğunlaşmalıyız...
Toplumun teveccühüne tevessül edersek takva ve tevazudan nasibimiz kalabilir mi?
Anlıyoruz ki; vermek, elden çıkarmak da yetmiyor... En güzel şekilde vermek gerekiyor.. İncitmeden, itmeden, ezmeden ve üzmeden...
Kimseyi minnet altına almadan, karşılık beklemeden ve bu işi kazanç kapısı haline getirmeden verebilmek...
Biliyoruz ki, Allah yoksulların rızkını bizim rızkımızın içine koymuş... Ama unutuyoruz, kendiliğinden geleni, kendimizden zannediyoruz... Yanılıyoruz, kendi başarı ve becerimiz görüyoruz...
Böyle olunca da mağdurun karşısında mağrurlanıyoruz...
Vermenin hazzı ile havalara giriyoruz... Huşu ikliminden kopuyoruz...
Belki de, verdiklerimizin onuru ile oynadığımızın farkında bile olamıyoruz...
Kameralar eşliğinde, görüntü vermeden yaptığımız amelin eksik kaldığını sanıyoruz...
Şeytan vermeyi engelleyemeyince, bu defa vermeyi kirletme yollarını deniyor...
Demek ki, vermekle" günah benden gitti" diyemiyoruz...
Nasıl verdiğimiz de bir o kadar önemli...
Amel salih, niyet halis olmalı...
Ramazan KAYAN