Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2961.23
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Haziran 2020

İnanmak hakikati var etmez

Üç önemli gündelik soruna vurgu yaparak onların teorik arkaplanlarına inmeye çalışayım. Birincisi, toplumda meydana gelen ciddi anlamdaki kutuplaşma problemi ki, gündelik konuşma dilinde tezahürlerini hemen gösteriyor. Konuşma demişsem de aslında konuşamama. İkincisi, lümpenleşme ile bağlantılı olarak vulgerleşen dil, kabalaşan hareketler. Üçüncüsü de, belirtilen bileşenlerle birlikte hakikatin kendi uhdesinde olduğunu kesin kabul. Sonucu ise, diğeri üzerine tahakküm edici bir baskı.

Tüm bu problemler toplumun farklı ideolojik, dini ve mezhebi aidiyet taşıyan kategorilerin hepsinde maalesef var. Düşünce dünyasında da gücü arkasına alanın diğerine başeğdirmeye çalışmasından başka bir şey gözlemlemedim. Tanrı bile yegane hakikat sahibi olarak beni inanıp inanmamakta serbest bırakıyor fakat insanlar Tanrı’ya vekaleten diğerlerini çok rahatlıkla yargılayabiliyorlar.

Şimdi gündelik pratiklerimizi şekillendiren zihni arkaplan ve varsayımlarımızı bir yoklayalım. Birincisi, insanlar tahakküm yaparken, kendi inançlarının hakikat olduğu varsayımından hareket ediyorlar. Böylece bu hakikati herkesin kabul etmesi gerektiği gibi sonuçlar çıkarıyorlar. Bunun sonucu da baskı, tahakküm ve kutuplaşma oluyor.

Bir insanın kendi inandığı şeyin hakikat olarak kabul etmesinde, kendi sınırlarını aşmadığı sürece problem yoktur. Fakat bunun tüm insanlık için bir hakikat olduğunu iddia ediyorsanız, bu durumda o hakikatinizi herkesin anlayabileceği bir dille, yani ortak insani dil ve bilgi kategorileri ile ifade etmek durumundasınız.

Müslümanlar kendi inançlarının tüm insanlık için geçerli bir hakikat olduğunu iddia ediyorlar. Tam da bu sebeple, Kur’an ve Sünnet’ten metinleri aktarıyorlar ve kimi Müslümanlar bunları kabul etmeyenlere hakarete başlıyorlar. Kimi solcular da evrensel bir mesajı ilettiklerini düşünüyorlar ve kendi iddialarını kabul etmeyenlere hakaret edebiliyorlar. Bu birçok ideoloji hatta mezhebi ve dini aidiyet için de söylenebilir.

Halbuki bir şeye inanıyoruz diye o hakikat olmaz. Müslümanlığın bir olan Allah inancı kadar farklı dinlerin Tanrı inançları ve hatta ateizm de mensupları tarafından hakikat olarak bir anlam ifade eder. Fakat hiçbir din mensubu kendi inançlarını herkes için geçerli bilgi kategorileri ile ifade etmedikçe diğerlerine dayatamaz. Dolayısıyla hiç kimsenin inancı hakikati doğurmaz.

Bir toplumda yaşayan insanlar olarak ağaçların varlığı konusunda tartışmıyoruz. Böyle bir tartışma oldukça saçmadır. Zira ağaçların gerçekliğini farklı din ve ideolojiden herkes insani yetileriyle tecrübe etmektedir. Fakat “faiz haramdır” önermesi, tüm insanları bağlayan bir hakikat olarak ifade edilemez. Ben bir Müslüman olarak faizin haram olduğuna inanabilirim ancak bunun herkes için geçerli olduğunu iddia edebilmem için ekonominin, bilginin, aklın kategorileri içinde temellendirmem gerekir. Aynı şekilde Hıristiyanlığın, solun, Yahudiliğin benzer inançlar için temellendirmelere ihtiyacı vardır.

İşte tam da bu nokta her konuda kamusal tartışmaları gerekli kılmaktadır. Öyle tartışmalar ki, herkesin hakikat iddiasını temellendirme yükümlülüğünün olduğu, kabadayılıkla “hakikat budur; o kadar” demeden iddiaların zihni, akli ve bilgisel maliyetleri karşılamayı gerektirdiği.

Farklı dini ve ideolojik angajmanlar maliyet ödemeden yani iddiasını temellendirmeden yaşadıkları coğrafya ve diğer insanlar üzerinde mülkiyet iddia ediyorlar; bazan açık bazan örtük biçimde. Konuşamamanın maliyeti de, mülk kapma yarışına döndüğü oranda kutuplaşma gibi olumsuzluklara savruluyor. Farkındaysanız zihinler herkesin olduğu haliyle sığacağı bir yuva tasarlamıyor yazık ki.

Sen inanıyorsun diye o hakikat olmaz. Hakikat mülkiyeti değil, şahitliği gerektirir. Bu da bir insanla gerçekleşmeyip, farklı insanları gerektirmektedir.