Dolar (USD)
34.74
Euro (EUR)
36.58
Gram Altın
2956.07
BIST 100
9827.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Aralık 2022

İnanç ve teslimiyet

İnanç, herhangi bir zorlama olmadan, içten ve samimi bir kabuldür. İmanlı olmak insanın en belirgin vasfıdır. İnancın en belirgin vasfı ise teslimiyet ve istikrardır. İnancın temel konusu ise tevhittir. Yani bir olan Allah’a imandır.

Allah Teâlâ işte bu en temel konuda dahi kulunu, sonuçlarına katlanmak şartıyla inanıp inanmamakta serbest bırakmıştır. Buyuruyor ki; “Ey resulüm de ki; benim size getirdiklerim, rabbiniz nezdinden indirilmiş bir hak ve gerçektir. Şimdi dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin…” (bk. 18/29)

Burada Allah Teâlâ “inansanız da inanmasanız da makbulümdür.” Demiyor. Bizi inanmaya teşvik ediyor. Çünkü asıl olan inanmaktır zira Allah Teâlâ kullarını yanlış yönlendirmez. Biz kullarına kötü sonuçlara sebep olacak emir ve tavsiyelerde bulunmaz. Burada ifade buyrulan husus, karşılaşacağımız kötü sonuçların, bizim seçimimizle meydana geleceği hususudur. Bu anlamda başka bir ayeti kerimede de buyuruluyor ki; “… dilediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.” (bk.41/40)

Her iki ayeti kerimede de tehlikeye işaret ediliyor. Dikkatimiz çekiliyor, uyarılıyoruz.

İmanın en belirgin vasfının teslimiyet ve istikrar olduğunu beyan eden ayeti kerime de de şöyle buyuruluyor; “Rabbine yemin olsun ki aralarında ki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı dahi duymadan tamamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (4/65)

Yani her türlü iş ve işlemde tek karar mercii Kuran ve onu tebliğ eden peygamberdir.

İnanmış olmanın gerekleri vardır. Söz olarak “inandım” demek lazımdır ama yeterli değildir. O inancın icabını yapmak gerekir.

Günümüzde yaşadığımız en büyük sorun işte bu noktada. İnsanımız kimlik olarak Müslüman dininin icaplarına aykırı bir iş yaparken bile “sen hangi dindensin ?” diye sorsanız size çok kızar ve “ne demek istiyorsun? Tabii ki Müslümanım” der. Bu çok önemli bir duygudur tebrike şayandır. Fakat “yaptığın bu iş dine/İslam’a aykırı” dediğinizde de bahane uydurmaya, özellikle de “artık günümüzde bunu uygulamak mümkün değildir” gibi laflarla başlar inancıyla ve kendisiyle ters düşmeye.

Kimlik olarak Müslüman olan bu insan, inancıyla bağdaşmayan işlerle karşılaştığında sorunları aşmak için de İslami bir çözüm aramaya girişiyor ve tabii ki böyle bir çözümü bulmak da mümkün olmuyor. Çünkü İslam nev-i şahsına münhasır (kendine özgü) bir sistemdir. Hayatı tüm müesseseleri ile düzenler. Bir başka düzenin herhangi bir kurumunu kabul etmez plüralist (çoğulcu) bir hukuk düzeni de İslam’la bağdaşmaz. Ama ne yazık ki bu memlekette dini de referans göstererek böyle bir düzenin olabileceği yani dinin buna cevaz verebileceği dahi konuşuldu. Hal bu ki Allah Teâlâ İslam’ı bütün kurum ve kuruluşlarıyla ve bir bütün olarak göndermiştir. Çıkar yol onu özgün şekliyle hayata geçirmektir.

BATIL İDDİALAR

Günümüzde seslendirilen bazı batıl, geçersiz, dayanaksız iddialar var. Dinin bizden bir mükellefiyet istemediğini, geçmişte yaşananların ise tarihte kaldığını söyleyerek insanımızı inancıyla ters düşürmeye çalışıyorlar. Bunların bir takım yıkıcı etkileri de görülüyor. Giderek maddileşen dünya hayatında özellikle gençlere yönelik algı operasyonları sergileniyor. Bu tuzağa düşen bazı zihinler “meğer bugüne kadar kandırılmışız, bu ibadetleri ve diğer birtakım mükellefiyetleri yerine getirmesek te olurmuş” düşüncesine kapılıyor. Kişi bu haliyle sadece o ibadet ve mükellefiyetlerden kurtulacağını zannetmekle kalmadığını, inanç olarak da dininden uzaklaştığını düşünemiyor. Bu durum dışarıdan bakıldığında canlı gibi görünen bir ağacın içinden çürümüş olmasına benziyor. Nesillerimizi, inanan insanlarımızı bir takım sinsi planlarla inancından uzaklaştırmaya çalışanlara karşı tez elden ve bütün gücümüzle tedbir almak zorundayız. Gerekçesi ne olursa olsun kimsenin itirazına bakmadan neslimizi, insanımızı korumalıyız.