İnanç meselesi
RAMAZAN-I ŞERİF’in, 2024’ü onurlandırdığı günlere kavuştuk çok şükür. Nefsimizi az yiyerek, az uyuyarak ve az konuşarak dizginleme dönemindeyiz. Gözlerimizi haramdan koruyarak, ellerimizi harama uzatmayarak, kulaklarımızı harama tıkayarak ve ayaklarımızı harama gitmeyerek, orucu HER AZAMIZLA tutma babındayız bir bakıma. Yani buna her an Rabbimizin huzurunda olduğunu hissetmek, mağdurların acısını paylaşmak, hak uğruna mücadele etmek, hırs, kıskaçlık, kötü söz ve yalandan kurtulmak için, “BÜYÜK BİR FIRSAT” demek de mümkün. İşte bu yönüyle düşündüğümüzde, BAĞIMSIZLIĞIMIZIN SEMBOLÜ OLAN ORUÇLARIMIZIN; “Allah’tan (CC) başka ilah olmadığını, bizlerinde ancak O’na kulluk edeceğimizi, Hz. Muhammed’in (SAV) de O’nun kulu ve son elçisi olduğunu”, tüm cihana ilan etmek manasına geldiğini de hatırlatmakta yarar var. O yüzden İyi insan, iyi birer Müslüman olmak adına, Ramazan ayını bir “MANEVİ TATBİKAT “şeklinde değerlendirmek hiçte ütopik sayılmaz. Çünkü bu aydaki manevi kazanımlarımızın, bir sonraki Ramazan’a kadar bizleri MENZİLDE TUTMASI elzemdir. Keza sevgili Peygamberimizin; “Kim yalan konuşmayı ve yalan/dolanla iş yapmayı terk etmezse, Allah o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına kıymet vermez." hadisi üzerine fazla söze hacet kalmıyor.
Tabi ki bu ulvi yolda bizleri baltalamaya çalışacak yahut
saygı göstermeyecek, bir takım abukluklarla karşılaşmamız gayet doğaldır. Mesela
kimisi "aman oruç tutma, şöyle olursun!” derken, kimisi de “sakın paranı
verme, fakir düşersin!” telkininde bulunabilir umarsızca. Lakin buna karşın
İslâm’ın mealen; "sadaka ver, zekât ver, hayır yap, Allah kat be kat
fazlasını verir" yaklaşımı sır olmaktan çıkıştır. Diğer yandan birçok
hastalığın şifasında, oruç olduğu bilimsel normlarla ispatlandığı üzere,
Peygamberimizin; “ORUÇ TUTUNUZ, SIHHAT BULUNUZ” müjdesini de kesinlikle
yadsıyamayız. Peki, Siyonistlerin nispet edercesine Gazze katliamını
sürdürmesine ve gözümüzün içine baka baka yiyip içen, hatta utanmazca “rakı resmi
paylaşan” ahlak budalalarını ne yapacağız? “ALLAH ISLAH ETSİN” demekten başka,
bir şey diyemeyeceğimiz kesin. Öyle ki onlar, kendi NASİPSİZLİKLERİNE yansınlar
yeter. Fakat Gazze’de insana yaşama hakkı tanımıysan zalimlerle, her platformda
mücadele etmenin, her MÜSLÜMANIN ŞİARI olduğunu unutmamak şart. Bunun içinse
gerek boykot konusunun, gerek protesto hususunun, gerekse de yardım gönderme
gayretlerinin, öncelikli vazifelerimiz arasında biçimlendiğini bilmemiz
gerekiyor.
Hülasa bu Ramazan, kendimizi tekrar “çek edeceğimiz” bir
tefekkür imkânı var önümüzde. Ve İnanın hiç de zor değil. Yalnızca biraz İSTEMEK
ve O İSTİKAMETTE İLERLEMEK kâfi. Böylelikle aldanmamak, kanmamak, algısal
operasyonlara yem olmamak şöyle dursun, üstesinden
gelemeyeceğimiz hiçbir şeyin kalmayacağı da şüphesiz. O nedenle sakın “seçim
öncesi afilli sözlerle camiden çıkmayanların, seçimi kazanınca rakı balık
kutlamasına” aldanmayın… Baraj, santral yapmayın ama elektrik ucuz olsun; uçağa
binelim ama havaalanı olmasın; trafikte rahatça araba sürelim ama yollar
yapılmasın; kiralar ucuzlasın ama ev yapılmasın; maden çıkarmayalım ama ülkemiz
zengin olsun; depremde evler yıkılmasın ama kentsel dönüşüm olmasın; SİHA/İHA yapmayalım
ama güçlü olalım; terörle mücadele etmeyelim ama ülkede bomba patlamasın
zihniyetindekileri de düşünüp kafanızı yormayın! Kaldı ki bizler MİLLİ ve MANEVİ
değerlerimizi kuşanıp bu uğurda geleceğimizi inşa ettikçe, dünyanın GİDİŞATINI DEĞİŞTİRECEĞİMİZ muhakkaktır.
Elbette o nispette de AHİRETTE KAZANACAĞIMIZ açık. Nitekim dört gün sonra
yıldönümünü idrak edeceğimiz Çanakkale Destanı, bunun en bariz ispatı konumunda
seyrediyor. Yoksa Seyit Onbaşı’ya tonlarca ağırlıktaki mermiyi taşıtan, Mehmet
Çavuş’a bir kürek ile düşmana meydan okutan ve Onbeş’lileri gözünü kırpmadan
vatan savunmasına gönderen şeyin, bu İNANÇ olduğunu kim inkâr edebilir ki?