İmtihanımız büyük…
Her insanın iyi ya da kötü ve zor dönemleri oluyor. Ancak bu tür zamanlarda teslimiyet en büyük gücüdür insanın. “Sabır ve namazla” her zorluğun üstesinden geliniyor ve yük hafifliyor. Evet, zor zamanlarda sabır ve metanet gösteren insan imtihanı kazanıyor. Günahkâr insanın ise imtihanı zor geçiyor.
“…Bir
deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz…” (Enbiyâ, 35)
Bu dünyadaki imtihanın bilincinde olan
insan şükür ve dua ile her zorluğun üstesinden gelebiliyor ve Allah’a
teslimiyeti artıyor. Yaşadığı zor şeylerin üstesinden gelemeyen insanın huzuru
kaçıyor ve mutluluğu eksiliyor.
Az çok herkes şahit olmuştur, varlıkla imtihan ve varlıkta şükürdür
zordur. Hiç bir şey umurunda değilmiş gibi yaşananlar öylesine yaşanır ve
gelip geçer görünür ancak izi kalır. Bazıları içinse dünya bitmeyen çile, bir
kaşık suda boğulmaktır hayat. Özetle sabrı ve şükrü eksik insanların dünya
omuzlarında ağır yük ve huzurları da eksiktir. Sözün kısası, sabrın şükür ve ferahlık olduğu
unutulduğundan beri insanının ruh hali bozuktur.
Şu da gerçek, kimi insan hiç ölmeyecekmiş
gibi dünyayı kendi mülkü gibi hoyratça kullanıyor. Oysa Allah’a teslimiyet sorumluluk
veriyor ve dünyada misafir olduğun bilincini canlı tutuyor. Bir anlık bir
konaklamadan sonra kalkıp yoluna devam ettiğini, sırtındaki yükün ağırlığını ve
ne yapması gerektiğini veya ne yapmaması gerektiğini biliyor. İnsanın yükünü
hafifleten de bu bilinçtir. Samimi kalp ve salih amel insanın çıktığı bu yolda
yolculuğunu kolaylaştırıyor. Hikmet ehli takdirden öte hiç bir şeyin
olmayacağını bilir.
“Bir zamanlar hikmet ehli, yaşlı bir
tahta oyma ustası yaşarmış. Bu ustanın da, hayata daima karamsarlıkla bakmayı
huy edinmiş, her şeyden şikâyet eden ve hiçbir zaman memnun olmayan ham bir
çırağı varmış. Öyle ki, ustası ne kadar güler yüzlü ise, çırak o kadar abus
çehreli; ustası ne kadar cömert ise, çırak o kadar cimri; ustası ne kadar
yardımsever ise, çırak da o kadar bencilmiş. Hayat onun için sanki sırf
kötülüklerden, sıkıntılardan, acılardan, dertlerden ve mutsuzluklardan
ibaretmiş.
Usta bir gün çırağına güzel bir ders
vermek istemiş. Onu, bakkala tuz almaya göndermiş. Âdeti olduğu üzere çırak da
söylene söylene denilen şeyi yapmış. Ustasının yanına geldiğinde “şimdi tuzun ne gereği vardı ki sanki!”
gibisinden bir tavırla tuzu ustasının önüne koymuş.
Usta, bir avuç tuzu bir bardak suya
döküp karıştırmasını söylemiş. İşin nereye varacağını henüz anlamayan çırak,
yine suratı bir karış asık bir şekilde söyleneni yapmış. Usta “Şimdi de yanımda çırak olarak devam etmek
istiyorsan o suyu iç!” diye emretmiş. Çırak önce şaşırmış. Sonra kaşlarını
çatmış. “Bir bardak tuzlu su nasıl içilir
ki usta?” diye söylenmiş. Lâkin ustasının daha evvel hiç görmediği sert bir
yüz ifadesiyle kendisine hitap etmesinden dolayı, zorlanarak da olsa bardaktan
az bir yudum almış. Almasıyla da yüzünün şeklinin değişmesi ve suyu tükürmesi
bir olmuş. Bu hâdise üzerine ustasının da yüzündeki sertlik, birden tatlı bir
tebessüme dönüşmüş. Sonra çırağına sormuş:
–Tadı nasıldı?
Çırak, kızgınlıkla şöyle cevap vermiş:
–Tuzlu, hem de çok tuzlu! Zehir gibi…
Usta, tebessümüne devam ederken elinden
tuttuğu çırağı bu defa köyün kenarındaki tatlı su gölünün kıyısına götürmüş. Az
evvelki yaptığını burada da yapmasını söylemiş. Çırak da bir avuç tuzu göle
atıp sonra da gölün tatlı suyundan kana kana içmiş. O, ağzının kenarlarından
akan suyu eliyle silerken ustası tekrar sormuş:
–Tadı nasıldı?
–Bal gibi tatlı! Diye karşılık vermiş
çırak. Ustası devamla:
–Peki, tuzun tadını hiç alabildin mi?
diye sorunca çırak şöyle cevaplamış:
–Hayır! Tuzun tadını almadım. Tuz sanki
gölün içinde kayboldu.
Bunun üzerine hikmet ehli usta, çırağına
ömrü boyunca unutamayacağı şu dersi vermiş:
–Bak evladım! Hayatımızdaki dertler, sıkıntılar, ıstıraplar tuz gibidir; ne azdır ne
de çok bunların miktarı hep aynıdır. Ancak bu sıkıntıların kişiye ne kadar
tesir edeceği, onun neyin içine konulacağına bağlıdır. Bir sıkıntın, ıstırabın
olduğunda yapman gereken şey gönül dünyanı genişletmek ve duygularını
zenginleştirmektir. Bardak olmayı bırakıp göl olmaya çalışmaktır. O anda göremesen
bile, o sıkıntıların sonucundaki güzellikleri görebilmektir.”
Bil ki, “Her işin sonu ancak Allah’a varır” (Lokman: 22)
Not: Bu hafta Zikri Torlak dostum
Rahmeti Rahman’a kavuştu. Davasını adamıydı, adamdı, vefakâr ve samimiydi.
Mekânı cennet olsun.