İmkansız Devlet (2)
Hallaq’ın nazarında “modern İslami Devlet” terkibinin kendi içerisinde çelişki taşıdığına değinmiştik.
Çelişkinin temelinde yatan faktörün, modern paradigmanın merkezi alanı ile Şeriat tarafından oluşturulan paradigmanın merkezi alanının farklılığı olduğunu da belirtmiştik. İlkinde merkezi alanı bilim, teknik, ilerleme kavramları; diğerinde ise “ahlâk” oluşturmakta idi.
Şimdi de modern devletin biçimsel özelliklerine değinelim. Hallaq’a göre modern devleti farklı kılan beş biçimsel özelliği bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi tarihsel ürün olmasıdır. Diğer bir anlatımla “modern devlet” evrensel ve zaman-dışı değildir. Avrupa kökenli yeni bir politik açılımdır. Batı tam aksinin propagandasını yapıyor olsa da evrensel standart taşıdığı savı gerçekçi değildir.
İkincisi ise devlet meşruiyetini soyut bir kavrama bağlar: Ulus iradesi. Lakin bu kavram tamamen kurgusaldır. Böylece modern devlet, insanların, onları köleleştiren din, gelenek gibi bağlardan kurtulduğunu söyler; lakin yeni egemenin/ulusun iradesinin tanımı bir türlü yapılamaz.
Yapılması da mümkün değildir zira kitlesel ve kolektif irade “hayali” bir temele istinat etmektedir. Tersinden bir okuma yapacak olursak egemenlik için iki şeye ihtiyaç vardır. İlki devlet ikincisi ise muhayyel ulus iradesi...
Oysa biliyoruz ki Carl Schmitt’in ifadesi ile modern devletin bütün önemli kavramları sekülerleşmiş teolojik kavramlardır. Mesela dinde kadir-i mutlak “Tanrı” iken modern devlette yerini “yasa koyucu” almıştır.
Burada en dikkat edilmesi gereken husus meşruiyetin kaynağının harici değil içkin bir değer olmasıdır. Değeri kendinden menkuldür... Bu nedenle modern ulus devlet sadece kendisi içindir, hizmet ettiği hiçbir amacı olamaz. En yüksek amaç kendisidir. Hatta irade sahibi görülen yurttaş dahi bu yüksek amaç için feda edilebilmektedir.
Kurulan denklemde ‘ulus iradesi’nin mevcudiyeti son derece muğlâktır. Güç sahiplerinin ellerindeki imkânlarını kullanmaları halinde üç gün içerisinde halkın görüşlerini istedikleri şekilde manipüle edebildikleri herkesin bildiği bir sırdır... Tıpkı işgalden önce Irak’ta nükleer silahların olduğu yalanı gibi...
Hallaq modern devletin üçüncü vasfının yasama, hukuk ve şiddet olduğunu belirtir.
Egemenlik nasıl devletin temeli ise yasa koymanın da egemen iradenin tezahürü olduğunu vurgular. Yani yasayı yapan egemendir. Egemen irade kendisini yasa ile ortaya koyar. Yasanın uygulanması ise bu iradenin gerçeklik kazanmasıdır.
Bu bağlamda ilahi yasa uygulanacak olsa bile onu tasdik edecek olan yine devlet olacaktır.
Oysa Müslümanların tarihinde yasayı yapan devlet değildir. Devletten bağımsız özel hukuk uzmanları tarafından ihdas edilir. Toplumun içinde yaşayan Müftü, müellif-fakih ve fakihler eliyle. Bu nedenle hukuk tepeden inme değildir. Yasa yapmak politik değil, sosyal bir fenomendir. Devletle değil toplumla özdeştir.
Hallaq zannımca çok da haksız sayılmaz. Günümüzde hukukun ulus devletlerce nasıl da toplumsal mühendislik aparatı olarak kullanıldığı, hukuk resepsiyonu ile dünyanın nasıl tek tipleştirmeye çalışıldığı ortada duran acı gerçeklerdir.
Kısacası Hallaq yasamanın tamamen bağımsız; yargının yasama ile uyumlu; yürütmenin şeriat ile kayıtlı ve sınırlı olduğu Müslümanların devlet anlayışının/idesinin modern devlet içerisinde uygulanmasının, formel engeller nedeniyle mümkün olamayacağı görüşündedir.
Ulus-devlet’in dördüncü biçimsel vasfı rasyonel-bürokratik bir makine olmasıdır. Marx Weber modern devletin bu vasfı ile övünür. Karl Marks ise komünist aşamada bürokrasinin yok olacağını söyler. Lakin makine zayıflamamış aksine gelişen teknoloji ile her geçen gün vatandaşların boğazını daha acımasızca sıkmaya başlamıştır.
Hele hele günümüzdeki çip takma tartışmaları hatırlanacak olursa işin vahameti daha iyi takdir edilecektir sanırım.
Beşinci ve son özellik ise modern devletlerin kültürel hegemonyasıdır. Artık sosyal gerçeklikleri üreten modern devlettir. Bu bağlamda gerekirse sosyal düzene müdahale bile eder. Çünkü sosyal düzeni devletten bağımsız addetmek egemen iradenin özünü reddetmektir. Devletin “yasa” yapma hakkını ve bürokrasinin hikmeti vücudunu inkâr etmek demektir.
Foucault’nun entelektüel birikimi ile modern devletin bu vasfına savaş açması elbette ki lüzumsuz değildir.
Hallaq tarafından oluşturulan “imkânsız devlet” tezine yöneltilen eleştiriler elbette vardır. İçlerinden bilebildiğim “İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz” kitabının yazarı Şankıti’dir.