Dolar (USD)
32.56
Euro (EUR)
34.83
Gram Altın
2437.29
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Ekim 2020

İmkânsız Devlet

Wael B. Hallaq “İmkânsız Devlet” isimli eserinde modern çağda niçin bir İslam Devleti’nin olamayacağını irdeler. İmkânsızlığın sebebini Müslümanların zaafına bağlar. Müslümanların modern devleti kanıksadıklarını; hatta doğal bir gerçeklik olarak kabullendiklerini söyler.

Oysa modern devlet asla zamandan bağımsız olarak ele alınmamalıdır. Yani Hallaq’a göre modern devlet de tarihsel bir fenomendir.

İddiaları için Müslüman Kardeşler teşkilatının siyasi görüşlerini örnek olarak verir. Müslüman Kardeşler hareketinin kabullerine göre “modern devlet” ile “Şeriat” çelişki arz etmez; İslam en yüksek otoritedir; bu bağlamda bizlerde gelişmek ve ilerlemek adına modern devletten istifade edebiliriz.

İşte Hallaq bu şekilde tasarlanan devleti “imkânsız devlet” olarak nitelemektedir. Ona göre “Modern İslami Devlet” tanımı kendi içerisinde çelişki barındırmaktadır.

Barındırmaktadır, çünkü modernitenin ahlak anlayışı ile İslami bir devletin bağdaşması düşünüre göre asla mümkün değildir. Diğer bir ifade ile “modern” ile “İslami devlet” arasındaki öz çelişki “ahlâk” noktasında düğümlenmektedir.

İslam coğrafyasında kurulan devletler hangi isimle kurulursa kurulsun onlar aslında modern-ulus devleti inşa ettiler. Hatta iktibas ettiler. Bunun neticesi yüzyıllar boyunca süren geleneksel yapılar çöktü. Kurulan devletler de çöküşün oluşturduğu boşluğu dolduramadı.

Ben bu anlatılanları İslam Coğrafyasında kurulan laik yahut İslami devletlerin İktidar oluştururken geleneğin taşıdığı otoriteyi zedelediklerini ve yerinin halen daha boş olduğunun dile getirilişi olarak algılıyorum.

Zira iktidar başkadır, otorite başka. İktidar güce dayanır. Otorite ise rızaya, istemeye ve gönül ile kabullenmeye. Bu nedenle otorite gelenek ile getirilir ve iktidarın gücünü sınırlar. Oysa ulus devletlerin en mümeyyiz vasfı otoriter ve baskıcı olmasıdır. Bu nedenle ulus devlet elbisesinin Şeriat için uygun olması mümkün değildir, Hallaq’a göre.

Kabul edilir yahut edilmez, kanaatimce Hallaq üzerinde düşünülmesi gereken önemli hususlara değinmektedir. Modern İslami tecrübenin bir fiyasko olduğunu iddia ederken, Müslümanların kolonyalist dönemden önceki on iki yüz yıla dikkatlerini istif etmelerini ister.

Yani “Şeriat” kolonyalist dönemden önceki on iki yüzyıl boyunca Müslümanlar için ne ifade etmektedir? Bu inceliğe vakıf olmadan yapılacak bir inşa hareketinin amacına matuf olamayacağına değinir.

Zira ona göre modern devletin soy kütüğü Avrupalıdır ve modern dönem öncesi ‘paradigmatik şeriat’ın anlaşılması için modern devlet bir ölçü olarak alınamaz. Dolayısıyla modern devlet üzerine yüklenen “şeriat” uygulamalarının da neticesiz ve muradı hâsıl etmesi bakımından kifayetsiz olması gayet doğaldır.

Zira Hallaq kendisinin de ifade ettiği gibi bu ve buna mümasil konuları ele alırken paradigmatik yaklaşmaktadır.

Mesele Müslümanların üretmedikleri fakat yaşamak zorunda kaldıkları ahlaki gerçeklikten kaynaklanmaktadır. Düşünür modern paradigma da “ahlak”ın ikincil statüye indirilirken; bilim, ekonomi ve hukukun başat konuma geldiğini ve ahlak ile bağlarının önemsizleştiğini ifade eder.

Konuyu biraz daha açalım: “Paradigma” kavramı ile yazar bir merkezi alan fikrine dayanır. Yani önce bir alan merkezileşecek, sonra diğer alanların problemleri, kabul edilen merkezi alanın şartlarına göre çözülecektir.

Merkezi alana neyin yerleştirildiği son derece önemli... Merkez ne ise diğer alanlar bu merkez tarafından şekillendirilecek ve anlaşılacaktır. Keza yine sorunları da bu merkezi alan dikkate alınmak suretiyle çözülecektir.

Şimdi kendimize soralım: Bu yaklaşım haksız mı? Gerçekten de merkezi alana neyin yerleştirildiği zannedildiği gibi önemsiz mi? Yahut bu hususiyet sorunsallaştırılmadan yaşanılmalı mı? Modern dünyanın seçimini hemen kabul edecek kadar değersiz mi yahut basit bir hesap- kitap ve matematik meselesi mi, merkezi alanın ne ile doldurulmuş olduğu.

Merkezileşen alanın bilim, ilerleme, teknoloji olduğu toplumlar ve bu toplumların oluşturduğu bir dünya, insanca yaşamak için gönderildiğimiz bu dünyayı imar ve ıslah mı etmektedir, yoksa ifsat mı?

Keza yine ahlâkın merkezi alan olarak kabul edileceği bir dünya mı yaşamaya daha değer bir hayatın muştusunu verecektir bizlere?

Ve en önemlisi “şeriat” hangi paradigma ile daha uyumlu olacak, nihai amacı olan adaletin tecellisi bakımından öngördüğü hukukun icrası için daha verimli bir zemine kavuşmuş olacaktır?