İmkânı mümkün kılmak
Bazı bakımlardan dünya, imkânlar ve risklerle çevrili bir bahçeye benziyor. Büyük ömür yolculuğunda, attığımız ilk adımdan itibaren imkânlar da riskler de iç içe; biri varlık alanımızı genişletmek öteki ise her an daraltmak için kenarda görülmeyi bekliyor. Her irade; içgüdüsüne, bilgisine, birikimine, sahip olduğu öğretiye, geleneğe göre riskleri imkânlara dönüştürmenin hesaplarıyla hareket ediyor ve bütün bunlar, attığımız ilk adımdan son adıma kadar hayatımızın karinesini ortaya koyuyor. Yolun sonuna gelindiğinde kimimiz gözlerini hayata mutluluk ile kimimiz de acı ile kapatırken aslında olup biten her şeyin biraz da imkânları mümkün kılıp kılmamaya dair olduğunu orada, bir daha geriye dönmenin mümkün olmadığı yerde fark ediyoruz.
Doğru hayatlar ile yanlış hayatları birbirinden ayıran o kesin çizgi levhası da her yol ayrımında imkânları mümkün kılan sapaklara asılmış durumda. Bununla birlikte imkânı mümkün kılanların çabası kadar yüzüne gözüne bulaştırıp imkânsız hale getirenler de neredeyse hiç imkân yokken, kendini huşuyla riskin içine atıp oradan bir mümkün çıkaranlar da var. Fıtrattan başlayarak karakter yüklemesinin bütün aşamalarını da içeren bu yolculukta bizden geriye kalanların nitelik ve niceliğini belirleyen, son aşamada önümüzde serilmiş sayısız imkânlardan nasıl geçtiğimiz, onların hangisine dikkat kesilip hangisini ıskaladığımız, hangisini yanımıza alıp kendimize mal ederek yola devam ettiğimiz, hangisini ise elimizin tersiyle itip yeni imkânlar umarak geleceğe kulaç attığımızdır.
Niteliği belirleyen temel husus, imkânların çokluk ve genişliğinden ziyade iradenin onun halinden anlayıp anlamadığıdır. Dar bir irade ve iç dünya için sayısız imkân sadece bakarak geçmenin serencamına dönüşürken geniş bir irade ve zengin bir iç dünya için çok kısıtlı imkânlar bile üzerinde durulmayı, düşünülmeyi ve dolayısıyla sonuna kadar değerlendirilmeyi hak eden maceralara dönüşmektedir. Neye sahip olmuşluğumuzun değil neden ibaret olmuşluğumuzun kıymete tahvil edildiği yer tam da burasıdır.
Haddizatında insan fıtratının kendisi imkânlara açık boşluklarla mülemmadır ve bilinç açık olduğu sürece o boşluklar olması gerektiği biçimiyle doldurularak niteliğe dönüştürülebilir. Bütün organların kendini korumak için nasıl muhataplara ihtiyacı varsa ve muhatap arayışı onları bazen olduğundan daha güçlü kılarken bazılarını çok daha mecalsizleştirirse zihin de bulunduğu her ortamda kendine bir muhatap arar, uygun olduğunu düşündüğüyle yoluna çok daha güçlü biçimde devam eder. Bilinç de yanılır elbette. Kendini koruma ve sağlamcılık en belirleyici vasfı olduğu için garanti görmediği hiçbir seçeneğe yürümez o. Bazen kalbin sesini dinler, duyguların peşine takılır; bazen fırsatların üzerine istemsizce atılır bazen de kılı kırk yararak karar verir. Her karar imkândan süzülmüş yeni bir mümkün, her mümkün sonucu kadere uzanan yeni bir ‘kaza’nın habercisidir.
Ve elbette kendisine can bahşedilmiş her varlık için imkân, kaderdir. Kader yürüyüşü imkân alanıyla sınırlandırılmış, belki biraz da onun sayesinde vardır. Olmayanı tercih şansımız yoktur. Hayatımıza, olanlar içinden yaptığımız tercihlerle devam ederiz. Bununla birlikte yolculuğa henüz çıkmışken ve yolculuk esnasında önümüze serilmiş sayısız imkânlar alanından bize en uygununu seçmek, bünyemize en uyumlusunu tercih etmek her zaman mümkün olmamaktadır. Hislerimiz, hırslarımız, hatta kendimize yabancılaşmaktan kaynaklı sessiz içgüdü sözcülerimiz bize doğrular yerine yanlışları da telkin edebilmektedir. Bu yüzdendir ki “göç yolda düzelir” yerine daha yolculuğun başında tedarikini sağlamak, yolculuk esnasındaki potansiyel riskleri gözeterek kendimizi temkinli duygulara emanet etmek en doğrusu olacaktır. Ne olduğunu bilmeyen, neye sahip olması gerektiğini nereden bilsin? Sahip olduğunu ne yapacağını bilmeyen, sahip olduklarına nasıl hükmetsin? Hangi yolu yürüyeceğimize karar vermeden önce yolu nasıl biri olarak yürüyeceğimize karar vermemiz gerekir. İşte bu da sağlam bir karakter kurgusuyla mümkündür ki her sağlam karakter fizyolojik oluşu ruhsal oluşa yaklaştıran birtakım mekanizmalar icat eder. Bu mekanizmalar ise içinde geçmişten bugüne aktarılan sayısız medeniyet ögesi barındıran, beşeri insana dönüştüren tevarüs ve temellük vasıtalarıdır.
İrade yoksa imkân da yoktur. İrade imkâna hareket bahşeder. Donuk olanı çözer, akışa bıraktırır. Yöneldiğimiz şey, hiç bilmediğimiz yahut bizden kaçmış olan değil, bizden saklanmış olandır. Bulmayı umduğumuz şey, bulunca sevinecek olduğumuzdur. Bazen de aradığımız şey tam da içimizde bir yere saklanmış olandır. Bazen de üzerimize çöreklenen, rastgele yığılan sayısız fazlalığı atarak görebiliriz gerçek kendimizi. Ve işte ağırlıklar atılınca ve işte fazlalıklardan kurtulunca geçmiş de şimdi de gelecek de daha bir parlayarak gösterir kendini bize. İrade inancı, inanç ahlakı, ahlak estetiği, estetik rikkatli bir bakışı beraberinde getirir ki bunların gözenekleri açıldığında imkânlar mümküne dönüşebilir ancak.
En başından beri bir saniye bile ara vermeden, evreni sürekli hareket ettiren, her saniye öldürüp yeniden dirilten Yaratıcıya yaklaşmanın tek yoludur imkânları değerlendirmek. İmkan biraz da harekete geçmeye hazır oluşa dairdir. İmkanı mümküne tahvil eden muharrik hareketin bizatihi kendisidir. Dolayısıyla Yaratıcıya ve yaratılışın doğrudan kendisine uygun olan, imkânı orada, o şekil yüz üstü bırakmak değil, tam tersine onu mümkün kılacak olan bir yürüyüşü başlatmaktır. Zaten başlamanın, başlangıcın, baş döndürücü büyüsü biraz da imkânı mümkün kılmanın merkezdeki sevinci, yürümeye karar verişin daha ilk adımında derinlerdeki ışığın anında yüzeye yansımasıdır.
Yaratıcıya ve yaratılışa en uzak olan ise imkân karşısındaki duyarsızlık, kıpırtısızlık, kımıltısızlıktır. Öyle görünüyor ki yaşamın da içinde bulunduğu bütün bir yaratılış alanının en hazzetmediği eylemdir durağanlık. Ataletin insan içinde dalga dalga büyüttüğü keyifsizliğin derinlerdeki en önemli sebebi gücünü kaybeden, yok olmakta olan, can çekişen imkânlardır. İmkana yüzünü çevirmek, kendi ölümüne seyirci kalmak gibidir… İyi olsa bile tembellerin kaybedişi, kötü olsa bile çalışkanların kazanışı yine bununla, imkâna yönelik oluş veya ondan yüz çevirişle ilgilidir.
Düş, bir imkân alanıdır ve harekete geçmeyi bekler. Ancak düşü yorumlamanın tek yolu uyanmaktır. Uyanmak düşü düş olmaktan çıkarıp –yine düş suretinde- gerçeğe dönüştürmenin, riski imkâna, imkânı mümküne çevirmenin tek yoludur. Uyanılmadığı sürece düş uykunun, görülmediği sürece imkân riskin kölesidir.