Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
05 Mart 2023

​"İmanın yarısı sabır, yarısı şükürdür!.."

Sabır; dinî emirleri yerine getirirken, haramlardan sakınırken, musibetlerlerle boğuşurken ve zorlu hedeflere doğru yürürken; nefsini kontrol etmek, kendine hâkim olmak, pes etmemek, yılmadan sıkıntıya katlanmak ve nihayet metanetle direnip başarmaktır.

Sabır, Kuran-ı kerimin birçok yerinde geçmektedir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Allah sabredenlerle beraberdir!” (Bekara 153) İslâm âlimlerinin ittifakıyla gerektiğinde sabretmek farzdır. Bunun içindir ki: “İman iki kısımdan oluşur; yarısı sabır, diğer yarısı şükürdür,” buyurulmuştur. (Beyhakî)

Yine İslâm âlimler diyorlar ki: Sabır; “nefsi telâştan, dili şikâyetten, organları da çirkin davranışlardan korur. Sabırlı kişi; nimette de mihnette de sükûnetini muhafaza eder ve sebeplere yapıştıktan sonra başarıyı sadece Allahü Teâlâdan bekler. Sabır; akıllı ve dayanıklı kişilerin, sabırsızlık ise; cahil ve âciz kimselerin vasfıdır.”

Sabır; emirleri yerine getirmek, yasaklardan sakınmak ve musibetlere direnmek şeklinde tecelli eder, şöyle ki:

a) Kul, Allahü Teâlânın emirlerini yapmak için sabra muhtaçtır. Çünkü kulluk, nefse zor gelir. Mesela kimi insanlar; -tembellik yüzünden- namaz gibi ibadetlerden hoşlanmaz. Kimi de; -cimrilikten dolayı- zekât gibi malî ibadetlerden hoşlanmaz. Kimi de; -her iki sebepten dolayı- hac gibi ibadetlerden hoşlanmaz. Demek ki ibadetleri yerine getirmek için sabır gereklidir. Farzları yerine getirmeye sabretmenin üçyüz altmış derece sevabı vardır.

b) Kul, Allahü Teâlânın yasaklarından sakınmak için de sabra muhtaçtır. Nefse en güç gelen sabır da, insanın alıştığı ve devamlı yaptığı günahlardan vazgeçmesidir. Çünkü alışkanlık arzu ile birleşince günah etkeni güçlenir. Şayet günah; işlenmesi kolay bir iş ise, buna sabretmek daha da zorlaşır. Dili gıybet etmekten, yalan konuşmaktan ve kendini övmekten korumak gibi.

c) Bela ve musibetlere sabretmek. Bu da iki çeşittir: a) İnsanlardan gelen sıkıntı ve eziyetlere sabır: Halkın, kişinin aleyhinde konuşması, kendisine iftira etmesi, hakkını gasbetmesi ve benzeri şeyler gibi. İşte bunlara sabretmek çok bereketlidir. Eshab-ı kiram; müşriklerin sıkıntı ve işkencelerine sabretmeleri neticesinde; tevhid inancı dünyaya yerleşti ve İslâm dini her tarafa yayıldı. b) Doğal felâket ve musibetlere sabır: Kişinin bir yakının ölmesi, malının telef olması, yangın, kaza, hastalık, sakatlık ve benzeri şeyler gibi. Bela ve musibetlerin ilk şokuna karşı sabretmenin dokuz yüz derece sevabı vardır. Gerçek sabır da, belanın başında ve ilk anında gösterilen sabırdır. Hadis-i şerifte; “es-sabru inde’s-sadmeti’l-ûlâ” (gerçek sabır, ilk darbe anında gösterilen sabırdır.) (Buhari 1223)

Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, daha dünyaya gelmeden babasını kaybetmiş; altı yaşında annesinin, iki sene sonra dedesinin vefatını görmüştür. Daha sonra da en büyük dayanağı amcası Ebû Talib’in ve en çok desteğini gördüğü hanımı Hazret-i Hadice vâlidemizin vefatına tanık olmuştur. Hazret-i Fatıma dışındaki bütün çocuklarının vefatlarını görmüştür. O, bütün bu musibetler karşısında asla sarsılmamış, yıkılmamış ve yılgınlık göstermemiştir.

Peygamberlik geldikten sonra ise; müşrikler tarafından ağır baskılara muhatap olmuş, hakaret edilmiş, alaya alınmış, ölümle tehdit edilmiş ve suikastlarla karşı karşıya kalmıştır. Sonunda da doğup büyüdüğü ve çok sevdiği öz vatanı Mekke-i mükerremeden göç etmek zorunda kalmıştır.

Düşmanları, sürekli olarak ordular düzenlemiş ve üzerine yürümüşlerdir. Yapılan bu savaşlarda O, zaman zaman çok zor anlar yaşamış, hayatî tehlikeler atlatmıştır. Medine-i münevvereyi savunmak için herkesle birlikte hendek kazmış ve günlerce aç kalmıştır. Fakat bütün bu felaketler karşısında O, sabır ve metanetle direnmiştir. Çünkü O, biliyordu ki sabreden, zafere erecektir.

İnsan, geçici veya aralıklarla gelen musibetlere dayanabilir. Ancak arka arkaya gelen zincirleme felâketlere sabretmesi zordur. İşte Efendimiz aleyhisselam, mübarek hayatı boyunca her çeşit musibete uğradığı halde; sabır, metanet, tevekkül ve şükründen hiçbir şey kaybetmemiştir. İşte bu engin sabrının sonunda; düşmanları dize gelmiş; ölen ölmüş, ölmeyen de müslüman olmuş ve O’nun mübarek davasının birer fedaisi olmuştur.