Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2961.15
BIST 100
9669.05
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Kasım 2021

İman izhar ister

İmanın müminlere yüklediği ilk görev; izhar etmektir. İmanın ispatı izhar ve ilandan geçer. Hiçbir mümin imanını kendine özel saklı tutamaz, gizleme yoluna gidemez. İman ketmetmeye, kem kümle geçiştirmeye gelmez. Zaten iman kalbe oturunca, harekete geçer, durdurulamaz fışkırır, çağlar, coşar, bendini aşar… Tükenmez bir güç kaynağı olarak gürler… Aksiyon ve eylem olarak tecelli eder…

Kerim Kitabımızın sunduğu tevhid mücadelesindeki tüm karelerde imanın izharını görüyoruz…

Hz. İbrahim (as) tek başına bir ümmet olarak Nemrud’a karşı, bedeli ne olursa olsun imanını izhar etmekten imtina etmiyordu…

Hz. Musa (as) ile müsabakaya giren sihirbazlar, hakikatle yüzleşince bir saniye bile tereddüt göstermeden secdeye kapandılar… İmanlarını izhar ettiler, başlarına nelerin geleceğini bile bile…

Ashâb-ı Uhdud’un o korkunç zulmüne maruz kalan müminler, ateş dolu hendeklerde cayır cayır yanmak pahasına imanlarını izhar etmekten çekinmediler…

“Şehrin en uzak yerinden koşarak gelen delikanlı” elçilere destek vermekten geri durmadı, uzakta olmayı mazeret olarak ileri sürmedi… İmanının bedelini ödedi…

Ashâb-ı Kehf bir avuç yiğit canlarının derdine düşmediler, önce davalarını dillendirdiler, kıyamlarını sürdürdüler…

Sonrasında Allah onları mağara ve uyku ile ödüllendirdi. Çünkü imanlarından ödün vermediler…

Hz. Muhammed (sav) kendisine vahiy meleği geldikten sonra bir daha yüzünü Hira’ya dönmedi, imanını izhar, inzar ve irşad için Mekke’ye yürüdü…

Onun izini sürdüren ilk muvahhidler aynı duruşu sergilediler. Ebuzer… İbni Mesud… Bilal… Yasir… Sümeyye… Tek suçları imanları izhar etmeleriydi… Onlar kimseyi İslam'a icbar etmediler, sadece akidelerini alenileştirdiler… Bu kadarı bile küfrün kahrolmasına ve kudurmasına yetiyordu…

Şahitlikleri bunu gerektiriyordu….

İman alenileştirmek esastı. Ahali ne der kaygısına düşmeden… Dünyalık bazı kapılar yüzlerine kapansa bile imanlarını açığa vurmaktan geri durmadılar…

Akideyi görünür, yaşanır kılmak imanın olmazsa olmazıydı. Vahye şahitlik bunu gerektiriyor… Ahd-ü misakın icabı buydu… Bu izhar aynı zamanda İslami aidiyetin tescili, İslami kimliğin tespitiydi… Her an ve her alanda bu gerekliydi… Sadece vicdanlarda, mabetlerde değil yaşamın tüm ünitelerinde imani duruş tezahür etmeliydi… Kamusalda, kamuoyunda, kentte, köyde, kampüste, kafede, kırsalda, kitlesel ve kişisel ortamlarda iman kendini göstermeliydi…

Fincancı katırlarını ürkütmek pahasına, egemenlerin ve kitlelerin tepkisini almak pahasına bu böyle olmalıydı…

İslami kimliği görünür, yaşanır kılmak itikadi bir zorunluluktur… Çekinmeden, inancınla çelişmeden, başa gelebilecek çileleri göze alarak…

İmanın iktidarı, ihtişamı, itirazı, intikamı başka türlü nasıl belirginleşebilir?

İman bir ışıksa karanlığı delmesi lazım…

İman bir enerji ise harekete geçmesi gerekir…

İman bir kıvılcımsa çakması icap eder…

İmanınızı izhar ettiğiniz vakit her şeyiniz size özgü, nev-i şahsına münhasır olur. Davranışlarınız taklit, düşünceleriniz satılık, kimliğiniz sahte, değerleriniz emanet olmaz…

İmanınızı izhar ediniz ki, bir tavrınız olsun… Duruşunuz, çizginiz, renginiz, farkınız, tarzınız, hedefiniz, ilkeleriniz, sınırlarınız olsun…

Ete-kemiğe bürünmeyen, dile gelmeyen, gürül gürül çağlamayan, hayata renk vermeyen iman sorunludur…

Tavrınız yoksa taviziniz var demektir…

“İbadette gizli, kabahatte gizli” tuzağına düşmeden, inancımıza hayata hâkim kılmanın mücadelesini vermeliyiz. Çünkü müminler ezik, silik, sönük, donuk duramazlar… Atıl ve pasif kalmayı sindiremezler…

Aşırı tedbirci, temkinci, takiyyeci tedirginliklerle tanınmaz hale gelemezler…

Maslahat, menfaat adına meşruiyetlerini tartışmalı hale getiremezler…

İmanla acziyet ve zillet aynı cümlede bir araya gelemez.

Defolu, demode ve dumura uğramış bir imanla dava ne teslim ne de tebliğ edilebilir…

Üretilen korkular, öğretilmiş çaresizlik kaderimiz değildir…

İman, kararlılık ve kalite demektir… Tüm şerlere karşı durmaktır…