İman edip etmemek kimin elinde?
“Ey Muhammed, de ki: (Benim size getirdiklerim) rabbiniz nezdinden indirilmiş bir hak ve gerçektir. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin."[1]
Gerçektende ilk
bakışta insana bir hür irade hakkının verildiğini ve bu tercih durumunda
Allah’ın kuluna karışmadığı/kalbine yön vermediği anlaşılıyor… Meyve seçiminde
tezgâhtarın müdahale etmediği gibi… İstediğin meyveden istediğin miktarda
alırsın… Manavın sana bir zorlaması olmaz… Bu ayet aynı bu manav örneği gibi…
Dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin… Ne kadar da mantıklı geliyor kulağa…
***
Yol ayrımında
olan bir insan hidayeti seçebilmesi için kalbine yön vermesi gerekiyor… Yani el-Hadi sıfatına sahip olmalı ki kalbi
hidayete dönsün… Eğer batılı seçiyorsa bu demektir ki el-Mudil ismine sahip ve bu sıfatla kalbini şerre yönlendiriyor…
Yani Allaha ait olan iki sıfatı kendi nefsinde görüyor demektir… Bu büyük bir
şirktir!
Bu ayeti acaba
büyük müfessirlerimiz nasıl yorumluyorlar/tefsir ediyorlar bakmak lazımdı, ben
de öyle yaptım ve ilk İmam Taberi’den
başladım:
“Başarı ve
başarısızlık O’ndandır… Hidayete erdirmek ve sapıklığa düşürmek O’nun
elindedir. Sizden dilediğini doğru yola iletir ve onlar böylelikle iman etmiş
olurlar. Dilediğini de saptırır onlar da inkâr etmiş olurlar. Ayeti kerimede
dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin buyrulmaktadır. Bu onları tehdit
mahiyetindedir… Yoksa iman edip etmemeyi onların keyfine bırakma anlamına
gelmemektedir…”
İmam Teberi, kulun
yol ayrımında hür bir irade sahibi olmadığını söylüyor… Neden böyle dedi?...
Çünkü şerre odaklı bir kalbin hidayeti seçmesi için kalbe ilahi bir müdahalenin
yapılması lazım. Şu ayette olduğu gibi:
“Allah, kimi hidayete erdirmek isterse
onun gönlünü İslam’a açar. Kimi de saptırmak isterse sanki göğe
yükseliyormuş gibi gönlünü dar ve sıkıntılı kılar. İşte böylece Allah, iman
etmeyenlerin üzerine azap yağdırır.”[2].[3]
“Allah,
kimi hidayete erdirmek isterse onun gönlünü İslam’a açar…” Hidayetini dilediği kişinin bundan
haberi bile olmaz… O, batıl bir inançta yaşarken gün gelir Allah’ın hidayeti
kalbine uğrar… İbn-i Kayyım el-Cevziyye’nin anlatımıyla bu hidayetle şu on
meleke yaratılır:
“Bizi doğru yola ilet!” ayeti doğru yola iletmeye güç
yetirenden hidayet istemeyi içermektedir. Hidayet onun elindedir. Dilerse onu
kuluna verir, dilemezse vermez. Hidayet; hakkı bilip onunla amel etmektir.
Allah Teâlâ’nın hakkı bilip uygulama özelliği vermediği kimsenin hidayet
bulmasına imkân yoktur. Doğru yolu bulmayı garantileyen hidayeti Allah tekeline
almıştır. O hidayet; kula, doğru yolu isteme, sevme, tercih etme ve uygulama
özelliği vermesidir. Allah’ın kendisine yakın kıldığı bir meleğin yahut elçi
kılınmış bir peygamberin böyle bir hidayette bulunma yetkisi yoktur. Allah bu
hidayet hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; Allah dilediğine
hidayet verir”[4]
إهدنا “Bize doğru yolu
göster” sözünden on mertebe
çıkarır ki bunlar bir araya gelince hidayet gerçekleşir:
1-
İlim ve beyan hidayeti: Bu, insanın hakkı bilip idrak
etmesini sağlar
2-
Allah’ın insana güç vermesi: Eğer Allah güç vermese kul kendi
başına hiçbir şeye kadir olamaz.
3-
İsteme kabiliyeti vermesi
4-
Uygulama özelliği bahşetmesi
5-
İnsanı bu konuda sabit kılması ve devamlı olmasını sağlaması.
6-
Kulu haktan alıkoyan ve hakka zıt olan
mâni ve engelleri ortadan kaldırması
7-
Kulu aynı doğru yolda, fakat öncekinden daha özel bir
hidayete iletmesi. Birincisi, doğru yola genel bir hidayet iken; ikincisi, aynı
hidayet içerisinde fakat onun detaylarında daha geniş bir hidayettir.
8-
Doğru yoldan amaçlanan şeyi ona göstermesi ve onu doğruya
yöneltmesi. Böylece kul, gidişatında teenni içerisinde olur, hakka yönelir ve
hiçbir şey onunla hak arasına girmez.
9-
Bu hidayete tüm zaruretlerden fazla ihtiyaç olduğunu
göstermesi.
10- Doğru yoldan ayrılan iki eğri
yoldan sakındırması. Bunlardan biri gazaba uğrayan kimselerin yoludur. Diğeri
ise cehalet ve sapıklıklarının eseri olarak doğru yoldan ayrılan kimselerin
yoludur.[5]
[1]Kehf suresi.29.ayet
[2] En’am,125
[3] İmam Taberi şöyle
tefsir eder: Allah, kimi doğru yola kavuşturmayı
dilerse, gönlünü İslam’a açar, kalbini onunla nurlandırır. Ve ufkunu onunla
genişletir. Kimi de saptırmayı dilerse gönlünü dar ve sıkıntılı kılar. Oraya
iman nuru girmez, öğütler ulaşamaz. Böyle bir insan, çektiği sıkıntı bakımından
sanki göğe yukarı tırmanan birisidir. İşte böylece Allah Teâlâ, iman
etmeyenlerin üzerine azap yağdırır. Şeytanı onlara musallat kılar ve
murdarlıklara ve belalara uğratır.
[4] Kasas 28/56
[5] İbn-i Kayyım Tefsiri.1.cilt. Polen
yayınları