İman edin müminler!
Allah
Teâlâ inanan/mü’min insanlara: Ey iman
edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce
indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur,
buyuruyor. Âlimlerimizin ekseriyeti ayet-i celilede iman kelimesinin iki
kez geçmesi ile ilgili olarak ilkinde, “ey
iman edenler/amenu” muhatabın iman edenler olduğunu söylemekle birlikte,
ikincisinde “aminu” “iman edin” demekle de, “…inanın, itimat edin, güvenin”
anlamını veriyorlar.
Biz
de bu yazıda Müslüman ve güven
ilişkisini yazmak istedik. Lakin Müslüman ve emniyet konusunun neresinden
tuttuysam elimde aldı. Çünkü Allah Teâla’ya iman ettiğimiz halde O’na itimat
etmemizde, O’na güvenmemizde/inanmamızda, O’nun müjdelerine, vaatlerine,
kefaletine, söz verişine inanıp kusursuz şekilde inanmamızda “iman” ile bağdaşmayan sorunlar gördüm.
Hâlbuki Allah Subhanehu Teâla’ya iman etmek O’ndan gelen vahyin yani Kur’an-ı
Kerim’in “muhkem” ayetleriyle
bildirdiklerine kalpte şüphe barındırmayacak şekilde inanmak, güvenmek ve
akabinde de ona uygun yaşamak demektir.
İman
akdi ile “mü'min olmak” kimliğimiz
olur. Kur’an-ı Kerim de müminlerden, imanın gereğini yaparak mü'minlik sizin
kişiliğiniz olsun, sizi gören sizden emin olsun, ister.
Bugünkü
teknoloji ve iletişim çağında ateist olsun, deist olsun ya da dindar olsun tümü
aynı kaynaklar tarafından enforme ediliyor. Hal böyle olunca bir dindar ile bir
ateistin yaşantısında ancak çok cüz’i farklılıklar görülebiliyor. Günümüzde
dindar insanların davranışlarına da yansıyan ahlakını eleştirdiğimizde
aldığımız cevaplar son derece kısır ve bilinçten ırak:
Herkes böyle
yapıyor…
Yani herkesin
yaptığı şey her ne olursa olsun insanımız için meşru oluyor.
Oysa
Müslümanın kişiliğini oluşturan hasletlerin kaynağı dini olmalıydı. Bunun
başında da Kur’an-ı Kerim gelmeliydi.
Peki,
insanımız inanarak, güvenerek, samimiyetle, iyi bir insan olmak için Kur’an’a
uymak istese bugünkü halinden farklı olarak neler yapardı?
Gelin
Kur’an-ı Kerim’in M.S. 611 yılında Mekke’de İslam Peygamberi Muhammed
Mustafa’ya (sav) söylediklerini kronolojik olarak (yani Kur’an’ın iniş düzenine
uygun olarak) okuduğumuzda neler öğreneceğimizi ve bu öğrendiklerimizin
ahlakımızı nasıl etkileyebileceğini görelim.
Kur’an’dan
beslenmeye karar verip onu okumaya başladığımızda Rabbimiz’in bizden ilk
isteğinin:
Oku(yun)! olduğunu görecektik, (Alak
Suresi:1).
Tabi ki bunu
biliyorsunuz. Bilmediğinizi iddia edecek kadar ukala değilim.
Bu okuma ile Kur’an
okumayı, okudukça okuma alanını genişletmeyi öğrenecektik. Rüzgârın esişini,
gök gürültüsünü, yıldızları, gece ve gündüzü, yani âlemi okumaya geçecektik.
Çünkü okumalarımızı “Halk eden (yaratan)
Rabbimizin adıyla” başlayacaktık. O’nun adına ve O’nun adıyla olan her iş
öncelikle dürüstlük isterdi.
Dolayısıyla
bilmekten değil, yukarıda da bahsettiğim gibi inanarak, güvenerek, samimiyetle,
iyi bir insan olmak için Kur’an-ı Kerim’e uymaktan bahsediyorum. Bu niyet ve
kararlılıkla Kur’an-ı Kerim’i okumaya başladığınızda hemen sonraki ayette
Yaradan’ımız olan Rabbimizin karşılıksız ikramından, hakkını ödeyemeyeceğimiz
lütfundan haberdar olacak ve böylesine sonsuz cömertliğin sunduğu ikramın
erişilmez güzelliğinden nasiplenecektik:
Oku! Rabbin’izin cömertliği sonsuz ve sınırsızdır! (Alak Suresi: 3).
Bu ayetten,
cömertlikten korkmanın abes ve gereksiz olduğunu öğrenecektik. Çünkü Allah
Tebarek Teâla’nın kendisine uygun gördüğü hiçbir vasıf/Esma asla kötülüğe,
yanlışa sebep olmaz, tam tersi Esma-i Hüsna insanı kemale ulaştırıcı
özelliklere sahiptir.
Alak Sure-i
Celile’sini okumaya devam ediyoruz:
Biz
bildiklerimizi, öğrendiklerimizi, öğreneceklerimizi Allah Subhanehu Teâla’ya
borçluyuz. Bizi bilebilir kıldı: akıl verdi, duyular verdi, muhakeme etmenin
yollarını öğretti:
Allemel insane ma lem ya’lem! (Alak Suresi: 5).
İlmin yol
açacağı kibri yerle bir eder bu ayet! Çünkü insana her durumda haddini de
öğretiyor.
Galiba farkında olmadan yeni bir yazı dizisi başlattık, devam edeceğiz İnşaAllah...