İmamoğlu Mağdur (mu?) Mağrur (mu?)
İmamoğlu davası hükme bağlandı. Mahkeme İmamoğlu’nu hakaretten suçlu buldu ve 2 yıl, 7 ay, 15 gün hapis cezası ile cezalandırdı. Mahkeme kararının açıklanması ile birlikte karara ilişkin hukuki ve siyasi itirazlar yükseldi. Bu yazıda güncel karara karşı yapılan hukuki itirazları değerlendireceğim. Siyasi mülahazalar ise girmeyeceğim. Zira bir mahkeme kararı hukuka uygun olur ya da hukuka aykırı olur. Siyasete uygun ya da siyasi konjonktüre aykırı olduğu itirazlarını değerlendirmek bir mahkeme kararı için ölçüt olamaz.
Mahkeme
kararına karşı yapılan itirazların başında “Ahmak” kelimesinin hakaret olmadığı
iddiası var. Hakaret suçu TCK da “Şerefe Karşı Suçlar” başlığı altında
düzenlenmiştir. Ahmak kelimesi “zekâsı pek gelişmemiş, aptal, bön, budala
(kimse)” anlamına gelmektedir. Söz konusu sıfatın anlamına bakıldığında
mağdurun şerefini hedef almadığı söylenemez. Zaten birçok Yargıtay içtihadında
da “ahmak” bir hakaret olarak kabul edilmiştir.
Diğer
itiraz ise hakaretin YSK üyelerine söylenmediği yönündedir. İmamoğlu
konuşmasında “seçimi iptal edenler ahmaktır” demişti. Doğrudan YSK özne olarak
belirtilmemiş, hakarette gizli özne kullanılmıştı. Peki açıkça YSK demediğine
göre yani mağdur belli olmadığı halde YSK ya söylendiği kabul edilebilir mi? Bu
husus önemli çünkü kurul halinde çalışan kamu görevlilerine hakaret atılı suça
verilmesi gereken cezayı artırıyor. Hukukçular ve özellikle sahada mesleği icra
eden avukatlar çok iyi bilir ki, hakaret suçunun failinin ilk savunması
hakaretin şikayetçi mağdura yönelik olmadığı itirazıdır. Hakaret suçunun tipik
itirazı” öznesizliktir”. Kanun koyucu bu itirazın geleceğini bildiği için
failin mağdurun ismini doğrudan dillendirmediği hallerde suçun oluşup
oluşmadığını TCK 126. maddede düzenlemiştir. İlgili hükme göre “Hakaret suçunun
işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı
geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik
bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de
hakaret açıklanmış sayılır.” Düzenleme çok açık. Bu durumda İmamoğlu davasında
failin kime ahmak değini belirlemek için şu sorunun cevabını vermek yeterlidir.
İstanbul seçimini kim iptal etti? Bu sorunun yanıtı bize doğrudan mağduru
vermektedir. Hiç kuşkusuz seçimleri iptal yetkisi YSK’dadır. O halde mademki
Türkiye de bu yetki sadece ve yalnız YSK’da ise söz konusu hakaretin mağduru da
YSK’dır.
Mahkeme
kararını yanlış bulanların diğer bir itirazı; hakimin takdir yetkisini “alt
sınırdan ceza tayini” yönünde kullanabilecekken cezayı üst sınırdan vermesidir.
Bu itirazı yapanların temel gerekçesi, eğer hakim alt sınırdan ceza
verseydi siyasi yasağın söz konusu olmayacağı yönündedir. Bu itirazda yerinde
değildir. Atılı suçun basit hali alt sınırı üç aydan başlayıp üst sınırı iki
yıldır. İmamoğlu’nun hakaret fiilini basın üzerinden yapması ise hakaret
suçunun nitelikli halidir. Bu nedenle suçun aleni işlenmesi halinde verilecek
cezanın bir yıldan az olamayacağı kanunda hüküm altına alınmıştır. İş bu
nedenle Mahkeme hakimi için artık suçun alt sınırı bir yıldır. Hakim ise bu bir
yıllık alt sınırdan uzaklaşarak bir buçuk yıl üzerinden hüküm kurdu. Hakimin
alt sınırdan uzaklaşması ise keyfiyet değil yasal zorunluluktur. Zira, bir suça
nasıl ceza tayin edileceğini düzenleyen ceza muhakemesi ilkelerine göre bir
suçun birden fazla nitelikli hali işlenmişse hakim alt sınırdan uzaklaşmak
zorundadır. Mahkeme kararında “suçun işleniş biçimi” “suçun ağırlığı” gibi ifadeler
işte bu muhakeme ilkesine atıf yapar. İmamoğlu’nun hakaretini başından izledik.
Dolayısı ile hakaret suçunun aleni işlendiği hususunda tartışma yok. Alenilik
bu suçun nitelikli halidir. Ayrıca bu suçu kurul halinde çalışan kamu
görevlilerine karşı işledi ki bu durumda suç için öngörülen ikinci nitelikli
haldir. Yani İmamoğlu, suçun birden fazla nitelikli halini ihlal ettiğinden
dolayı ceza tayin edilirken hakim alt sınırdan uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Bu
durum hukuki ve olağandır.
Karara
karşı bir diğer itiraz, siyasi yasak getirilmesi hususudur. Hemen
söyleyelim ki, bir yıldan fazla hapis cezasına hükmedilen sanık hakkında bazı
hakları kullanmaktan menedileceği TCK 53. madde de hüküm altına alınmıştır. Bir
sanık işlediği bir suçtan dolayı bir yıldan fazla hapis cezası alırsa kanun
gereği siyasi hakları kullanmaktan menedilir. Bir yıldan fazla hapis cezası
alan sanık hakkında hakimin belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakmamak gibi
bir keyfiyeti yoktur. Hükme TCK 53 de belirtilen hak yoksunluğunun eklenmesi
yasal zorunluluktur. Keza o hüküm olmasaydı bile “Mahalli İdareler” Kanunun,
“Seçilme Yeterliliği” başlıklı 9. maddesi, Belediye başkanı seçilebilme
yeterliliğini 2839 Sayılı “Milletvekili Seçimi” Kanunun “Milletvekili
Seçilemeyecekler” başlıklı 11. maddesine gönderme yapmıştır. Bu hükme göre ise
“Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis veya süresi ne
olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanların” milletvekili
seçilemeyeceği gibi belediye başkanı seçilemeyeceğini de hüküm altına almıştır.
Son itiraz
ise; milletvekillerinin ve bakanların “ahmak” kelimesinden daha ağır
hakaretleri yaptıkları ancak bu hakaretleri için kendileri hakkında dava
açılmıyorken İmamoğlu için dava açılması yönünde. Bu itirazda yersizdir.
Çünkü milletvekilleri Anayasa gereği yasama dokunulmazlığına sahiptir. Bir
milletvekili birine “Ahmak” dediğinde hakaret suçu hiç tereddütsüz işlenmiş
olur. Dokunulmazlık suçtan muafiyet sağlamaz. Dokunulmazlık ceza da muafiyet
sağlar. Çünkü dokunulmazlık varsa bu suç için muhakeme yapılamaz. Zira yasama
dokunulmazlığı milletvekilleri için muhakeme engeli oluşturur. Bu nedenle suç
işleyen milletvekili hakkında ceza-i takibat (istisnai durumlar hariç)
başlatılamaz. Muhakeme yapılamayacağından ceza verilemez.
Yeni
hükümet sisteminde bakanlar seçimle iş başına gelmemektedir. Ancak bu durum
bakanları yaşama dokunulmazlığından vareste olduğu anlamı taşımıyor. Zira
Anayasa’nın 112/4 maddesinde bakanlarında mecliste yemin etmeleriyle birlikte
yasama dokunulmazlığına sahip oldukları açıkça hüküm altına alınmıştır. Ancak
belediye başkanları için yasada bir muhakeme engeli yani bir dokunulmazlık
düzenlenmemiştir.
Sözü
gelmişken doğru bilinen bir yanlışı da düzeltelim. İmamoğlu’nun siyasi
yasaklı olması için kararın kesinleşmesi gerekir. Dolayısıyla hüküm önce
istinafa daha sonra da Yargıtay denetiminden geçip onaylandıktan sonra
kesinleşecek. Türkiye şartlarında bu süre en az üç yıl sürebilir. Ayrıca şunu da belirtelim sonuç cezanın infaz
hukuku düzenlemelerine göre yatarı yoktur.
Sonuç
olarak sanığın belediye başkanı olması, kendisine hiç ya da herkese göre daha
az ceza almasını sağlayacak bir imtiyaz vermez. Yasalar önünde ister
İmamoğlu olun isterseniz imamın oğlu olmayın herkes eşittir. Hakaret etmesine
rağmen beraat etmesi, ya da hakareti aleni yapmasına karşı bir yıldan az ceza
alması veya bir yıldan fazla ceza almasına rağmen siyasi yasak kararı
alınmasaydı, o zaman karar hukuka aykırı hem de fahiş şekilde aykırı olurdu.
Aldığı cezayı CHP içi adaylık yarışına dönüştüren İmamoğlu ise mağduru oynasa
da an itibariyle mağdur değil, mağrur oldu.