Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Aralık 2016

İmam Hatip Kızı Olmak

Yaşamak utanıyor. Yaşamak suçlu duruma düşüyor.

...

Üç aylık, beş aylık küçük miyavların bıyıkları süte battığında ve biraz sonra barışacak olan martılar günlük geçim kavgasına daldığında sancımız geçiyor biraz. Vatan ağrımız... Yaşamak istiyor gibi oluyoruz. Yaşamak deyince aklımıza ilk vatanımız geliyor. Bu sene pek yağmur almasa da iyi kötü toprağımız, bağ bahçe kuş kanadımız, bıyıklarına rağmen -Allah Allah! Neden?- büyümeyen çocuklarımız, saksıda açmış kalemimiz, kitap arası kuru çiçeğimiz... Fakirhanemiz. Küçük havhavların bıyıkları bembeyaz özgürlüğe bulandığında. Ve martıların geçim dedikodularında sancımız...Geçiyor biraz.

...

Sadede gelirsek. İzmir'de biz İHL'lileri "Ölü yıkayıcı" lakabı ile aşağılamaya çalışırlardı. Ben de "Tamam sizi yıkamayız!" derdim. Hele özellikle kızlarla "Onlar imam olacak ta siz ne olacaksınız?" şeklinde alay ederlerdi. Başörtümüze saldırırlar, arabayı bir şey soracakmış gibi durdurup yüzümüze tükürür, gaza basarlardı. Mahalle baskısıymış. İzmir tabiriyle biz baskının "daniskasını" gördük. Küçücük bir kızken hem... Bildiğiniz çatışma altında okuduk, yaşadık. Otobüs şoförleri bile pasomuzu geçerli bulmayacak yetkideydi o zamanlar.

Şu başımıza çoraplar ören örgütün ilk tohumlarını attığı şehirdi İzmir. Orada büyüdüm. İlk vaazlarının duyurusunda önemli biri gelmiş havasının estirildiğini hatırlıyorum. İzmir, dini olan her şeye kaşını çatarken, bu cemaate karşı bir parça saygılıydı. Biz dindarları dışlayan şehrin onlara özel anlayamadığım bir hoşgörüsü vardı. Fakat suçluyduk biz. İzmir'in vurun kahpeyesi'ydik. Neden mi? Çünkü biz İmam Hatip ailesiydik. Aramız yoktu. Fenni ve tekniği, çağı yakalayan ama dini de önemseyen(!) taze kolejleriyle yeni yeni değil alternatifimiz, düşmanımız olmaya başladıkları dönemdi. O vakitler henüz anlayamadığım bir karşıtlık vardı aile geleneğimizde. Babam rahmetlinin fikri yapısını izah ederken kendisinden "sapkın bir İmam Hatipçi" diye bahsederim. Üniversitede yer alıncaya kadar ve yer aldıktan sonra da gittiği her Anadolu şehrinde bir İmam Hatip'in açılmasına, açılmışsa desteklenmesine çilekeş denilecek derecede gayret eden, kuruculuk ve yöneticilikleri olan bir insandı. Neden bu kadar düşkün olduğunu her soruşumda, yakın tarihi süreci bütün zor şartlarıyla bana anlatınca düşkünlüğü gözümde normalleşirdi. Bu noktaya getirinceye kadar az çekmemişlerdi. Artık biz yetişmiştik ve birlikte çekiyorduk o yıllarda. Fakat biz hazıra konmuş olduğumuzdan konmuş olduğumuz yapıya pek çok eleştiri getirirdik. O ise çilesi soğumadığı için gücenir ve kaldırmak istemezdi. Onun bütün çocuklarını İmam-Hatip'te okutma çabasına, okumayana biraz şüpheli bakmasına, İmam Hatip'ten mezun olmayanla kızlarını evlendirmeme gayretine "Biraz abartmıyor musun?" gözüyle baksak ta, o kuşağın -karnına yumruk atılmış ta kıvranan biri gibi- bir yerlerden müthiş bir darbe yemiş olduğunu, bu darbeden sonra yeniden ayağa kalkmanın tek yolunun İmam-Hatip'ten; aslında onun adı altında sağlam, dosdoğru bir dini bilgiden, bilinçlenmekten geçtiği umuduyla kıvrandığını hissederdim. Şunu da hep hatırlıyorum: Farklı bir iki cemaatin yanı sıra, örgütün İmam Hatiplileri hiç mi hiç sevmediğini ve hep küçümsediğini, hep alaşağı etmeye çalıştığını...Çilekeş bir üst kuşak olarak babam ve yaşıtlarının "Onlar bizi hiç sevmez!" deyip durduğunu. Gün gibi. Beyazdılar. Her zaman şıktılar. Aydınlı'dan giyinirlerdi. Bir yakınımıza imam hatipli diye kız vermemişlerdi. Kız; istenen bir şeydi. Fakat şimdi bu bakış açısını irdeleyecek sıra değil. Vatanımız sağ olsun da oğlan istemeye de gideceğiz zağar.

Bunların daha büyük ve -bizi nasıl bu kadar yalnız bırakırlar, bunlar nasıl Müslümanlar?- dediğimiz ve canımızı acıtan çok suçları vardı. Başörtüsü zulmünde Dokuz Eylül'ün kapısında fakülte önünde seksen kızın başlarını açıp girdiklerini ve bizi nasıl dımdızlak, ortada, yalnız koyduklarını hiç unutamadım... Fakat herkes her şeyi söylediği için tekrara lüzum yok. Ayrıntılarda gezinmem ondan.

Vaazlarını Allah'ın varlığını çiçek-böcek okumalarıyla ispat çabası ve bir de gözyaşı, himmet, bağıştan ibaret bir din anlatımıyla hatırlıyorum. Hiç dinlemediğim için ben için orda kalmışlardı. Fakat sol cenahı, ateistleri dize, dine getirdikleriyle orda burada övünürlerdi. Bir de karpuz çekirdeğinde Allah yazısını bulmaca ve göstermece modasını çıkarmışlardı. Deli/l saçması... Sen ekmek peynirle afiyetle yediğin koskoca karpuzu görmezlikten gel, içindeki çekirdeklerin birinde Allah yazısı bulunca "Allah var!" diye sevinç gözyaşları dök. Yaygara kopar. İmanın tazelensin. Ama hem o yazı güzel Türkçemizle olmas ki. O sayılmas. Kabul olmass. Arapça olacak!