İlk sıfırlayan Türkiye oldu
Kovid-19 salgını
ile birlikte dünya büyük bir imtihan atlattı.
Eskiden milyonlarca insanın ölümünün önü
alınamaz ve bunun ekonomi üzerindeki etkisine dikkat edilmezdi.
Bugün ise her bir insanın kapitalist
sistemin hem yıkımı hem de devamını sağlayan yegane unsuru olduğu bir
dünya var.
Kafa karıştırıcı bu gerçekliğin altında
yatan nüans ise çok basit...
Her insanın yaşamak için ortaya koyduğu
talebi karşılamak dünya kaynaklarının zaten yetmediği bir zaman diliminde alternatif
kaynakların daha fazla kullanılması ya da dünyanın dokunulmaması
gereken hassas coğrafyalarına dokunmaya ve ekonomik değer
üretmeye bir an için bile ara verilmemesi demek.
Ama tüketen her insanın sağladığı üretimin
oluşturduğu katma değer hem devletlerin vergi gelirleri ile pek bir hoşuna
giden gelir kalemini artırırken hem de istihdam ve üretim kalemine de pozitif
katkı sunuyor.
Pandemi’de üretim
araçlarının durmasıyla bir andan milyarlarca insanın sadece "tüketici" pozisyonunda
kaldığı korkunç bir durumla karşılaştık.
Bunun getirdiği sonucu ölçen "dünya
zengini aristokratların (!)" çözümü ise “Büyük
Sıfırlama” oldu.
Büyük Sıfırlama, özü itibarıyla Birleşmiş
Milletlerin Sürdürülebilirlik Hedeflerini sağlamak ve
üretim ile tüketim araçlarının dünyaya en az zarar vereceği dengede yürütülmesi
için gereken tüm adımların atılmasını içeriyor.
Bunun üzerine birçok kurgu yapılarak insanların
aşılarla öldürülmek istendiği ya da kısırlaştırılarak nüfusun
kontrol altında tutulmak istendiği teorileri geliştirilse de komplo
teorilerinin en güzel tarafı asla yanlışlanamaması ya da doğrulanamamasıdır.
Geleceğinden korkan bir yerküre dolusu
insanın aklında açlık, barınma, enerji yoksunluğu, finansal araçlara ulaşamama,
eğitim ve sağlık hizmetlerinden uzakta kalmak gibi birçok korkunun yer aldığı
bir liste hazırlayabiliriz.
Bu korkuları besleyen muhalif siyasetçilerden
-her ülkede olsa da- ziyade ne yapacağını bilmeyen iktidarlar daha fazla topun
ağzında diyebiliriz.
Dünyanın nereye gideceğini “üstün” bakışları
ile belirleyen Batılı devletlerin, "çaresizce" iktidar
değiştirdiği ve “çözüm aramaya çabalamak” dışında hatırı
sayılır bir çabası olmadığı gerçekliği ortada duruyor.
İtalya'nın yeni başbakanının Fransa'nın
Afrika'daki sömürüsüne dikkat çekmesi bunun göstergelerinden biri aslında.
ABD’nin Çin’e
karşı ekonomik gücünü kaybetmemek için her türlü ayak oyununa giriştiği
düşünülünce Büyük Sıfırlama tam da istenileni sağlıyor gibi...
Yalnız ABD gibi
ciddi enerji ithalatçısı bir ülke olan Çin’i
farklılaştıran tek unsur finansal derinliğini ortaya koyan Avrupa olacaktır.
ABD’nin
sıfırlamayı sağlayacak faiz artışları öncesinde ayak dirediğini ve artırması
gereken faizi artırmadığını gördük.
Ama artık bu kısırdan çıkılarak sert
faiz artırımları ile "dizginleri ele alındığı" ve bu işin
nerede biteceğinden kimsenin emin olmadığı bir gerçeklik girdi hayatımıza...
Güvenli liman denilen "altın", tepetaklak olurken ABD Dolarının Türk
Lirası karşısında kazandığı kıymeti dengelemek için ne emanet para ne
da borç parayı bıraktık.
Ya iki katı ya hiçbir şey anlayışıyla
kumarı andıran yaklaşımı benimseyen ABD’nin peşinden şu ana kadar sürüklenmeyen
Avrupa’nın para politikasında çıkış yolu aradığı görülüyor.
Bu hengamenin içinde ABD ile Çin arasındaki
rekabeti kendine çevirmek isteyen Türkiye’nin Türkiye Modeli ile
"kendi büyük sıfırlamasını" hayata geçirdiğini gördük.
Amaç, ilk olarak ülkenin üretim gücünü tam
kapasite kullanılır hâle getirmek sonrasında ise kademeli artırarak istihdam
sorunlarını çözmek ve dünyaya açılmak.
Bunu başarmak kolay değil.
Nitekim artan borç oranlarına rağmen ihracatta aynı
büyümeyi göremiyoruz.
Görmemiz de pek kolay değil.
Çünkü enerji yoğun bir
dünyada enerji bağımlılığı yaşayan Türkiye’nin, yerkürenin
ortasında yer almaktan başka anlamlı bir çözümü yok.
FED faiz artırırken TCMB’nin faiz indirmeye devam etmesinin
arkasında yatan işte bu büyük sıfırlama arzusundaki dönüşümü görme isteğidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şubat ayından sonra "Enflasyonda düşüşü göreceğiz."
açıklaması aslında bu gerçeği ifası gibi...
Çünkü TL’nin düşecek yeri
kalmadı artık. Dipte...
Enflasyonun da çıkacak yeri kalmadı.
Tepede...
Bankalara yapılan parasal sıkışmanın
getirdiği durum ile faiz artışı sağlanmadan faizin baskılanması sürecine
devam edilmesi ise enflasyonu dinginleştiren bir durum...
Gelirlerin en belirgin ölçüldüğü
hesap konut hesabıdır.
Bir konutun kirasının 200
katı ile ederi denk değilse parametrelerin birinde sorun vardır.
Ya balon fiyatlama ya
da eksik fiyatlama gündeme gelmiş demektir.
Türkiye için çokça balon fiyatlama var.
TOKİ’nin
açıkladığı 250 bin konut projesi sonrasında bankaların tüm
parasal sıkılaştırmalara rağmen faizleri bir puan indirmesi ve ardından Borsa
İstanbul’daki hisselerinde kıymetlerinin devre kesici uygulayacak kadar
çakılması aslında birbirine bağlı bir süreç...
Ön almaya çalışan olmadığı için, aşırı fiyatlanmasını sorgulamayanların düşüşü sorguladığı garip bir durum
da yaşıyoruz bu arada...
Türkiye ekonomisinin büyük sıfırlamanın
ilk örneğini gösterdiği bu dönemin tam olarak son bulması 2030’ları bulacaktır.
Meclis’te
çoğunluğun değişmesi ve sonrasında gelecek erken seçim beklentileri
ile bu tarihe ulaşmak çok makul bir senaryo olsa gerek.
Tabii Atlantik karşısında
konumlanan Asya’nın ABD Dolarına alternatif
bir "rezerv para" meydana getirmesi tüm oyunu
değiştirebilir.
Bunun gerçekleşme ihtimali epey az olsa da
Türkiye’nin dünyanın kalanına göre daha avantajlı bir yerde durduğunu
söylemekte fayda var.
Fakat bu duruşun gücünü Rusya’nın MİR
kart ödeme sistemine olan bağlılık önemli ölçüde belirleyecektir.
Halihazırda Türkiye'den aldığı konutlarla
vatandaşlık alan Rus iş insanlarının Türkiye üzerinden
bir ekonomik aktarım seviyesine geçtiğini görmek gerekiyor.
Bu süreçte, iki ülke nakit akışını deniz
yoluyla sağlayabileceği gibi cari olarak da bankalar arasında aktarım
mekanizmasında MİR’i kullanamasa bile BOTAŞ’ın yaptığı gizli
anlaşmalarla iki devlet arasında yüzde 25 olarak açıklanan doğal gazın
ruble ile ticareti konusu kaynak aktarımına imkân tanıyacak akışı
sağlayacaktır.
Mekanizmalar kurulmasına rağmen tek
çekince Türkiye’nin Halkbank davasında yaşadığı gibi bir
sürece girip girmeyeceği olacak.
Bu da aslında tamamıyla Avrupalıların duruşuyla
alakalı...
ABD bastırsa da Türkiye’nin dış ticaretinin yüzde 60'ını
gerçekleştirdiği hatta son yaşananlar sonrasında Avrupa’nın enerji
güvenliğinde kilit bir konuma yükseldiği düşünülünce Türkiye’nin ekonomik
sıfırlamayı siyasi olarak destekleyebileceği görülüyor.
Peki vatandaş bu kadar dengenin arasında
nasıl ayakta tutulacak?
Bu karmaşık hesaplarda cevabı olmayan tek
soru bu?