İlk İnsan Hakları Beyannamesi
PEYGAMBER Efendimiz, Zilhicce’nin dokuzu, Cuma günü sabah namazını edâ ettikten sonra Minâ’dan Arafat’a doğru hareket etti. Ashab-ı Kiram’ın getirdiği telbiye ve tekbirlerle âdeta yer gök çınlıyordu. Arafat’ta Allah’a hamd ve senâdan sonra hususi olarak o sırada hazır bulunan yüzbini aşkın Sahabiye, umumî olarak da bütün Müslümanlara, bütün insanlığa; değişmez-eskimez ölçüler ihtiva eden şu “İlk İnsan Hakları Beyannamesi”ni yani diğer adıyla “Veda Hutbesi” irâd buyurdu:
“Bismillâhirrâhmânirrahîm.
Ey insanlar!..
Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
İnsanlar!..
Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.
Ashabım!
Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
Ashabım!..
Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lâkin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Ashabım!..
Dikkat ediniz!.. Cahiliyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı, Abdülmuttalib’in torunu İyas bin Rabia’nın kan dâvâsıdır.
Ey insanlar!..
Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapılmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.
Ey insanlar!..
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emri ile helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
Ey mü’minler!..
Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler; Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.
Mü’minler!..
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana kardeşinin kanı da, malı da helâl olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
Ey insanlar!..
Cenab-ı Hak, her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder.
Ey insanlar!..
Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.
Âzâsı kesik siyahî bir köle başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.
Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.
Dikkat ediniz!.. Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız.
İnsanlar “Lâ ilâhe illallâh” deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a âittir.
İnsanlar!..
“Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?”
Sahabe-i Kiram hep birden şöyle dediler: “Allah’ın elçiliğini ifâ ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye şehadet ederiz.”
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kal -dırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu: “Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab!”
***
PEYGAMBER EFENDİMİZİN SON GÜNLERİ
Efendimizin son günlerinin yaklaştığı döneme denk gelen Veda Haccı’nda irade ettiği Veda Hutbesi’nden bahsettiysek eğer, Sıddık-ı Ebû Bekir(r.a.)’e dokunmazsak eksik olur.
Ebû Bekir, Yemen’den Mekke’ye döndüğünde etrafını saran müşriklerin arkadaşın peygamberlik iddiasında bulunuyor sözleri karşısında, “Kendisi söylüyorsa doğrudur” diyordu. Sonra hayatında hiç yalan söylemeyen “Muhammedü’l-Emîn”e gidiyor, “Ey Ebû Kâsım,” peygamberlik iddiasında bulunduğun doğru mu?” sorusunu yöneltiyor. O da, “Evet, ey Ebû Bekir! Ben, sana ve bütün insanlara Âlemlerin Rabb’i tarafından gönderilmiş bir elçiyim…” cevabını veriyordu. Bu cevap karşısında hiç tereddüt etmeyen Ebû Bekir, “Ey Muhammed!.. Ben şehadet ederimki, sen, bir olan Allah’ın elçisisin” diyordu.
Peygamber Efendimiz insanları İslâm’a davet ettiğinde herkes önce bir şaşkınlık geçiriyor sonra iman ediyordu. Fakat tereddütsüz Ebû Bekir başkaydı.
O, dillere destan servetini Müslüman olduğunda hiç tereddüt etmeden İslâm davasına harcayandı.
O, hicret emredildiğinde Resûlullah ile birlikte hicret etme şerefine nail olup, Sevr Mağarası’nda korkuya kapılınca efendimizin, “Üzülme, ey Ebû Bekir!.. Allah bizimle beraberdir. İki kişinin üçüncüsü Allah olursa, kimse bir şey yapamaz” müjdesiyle sevinendi.
O, Resûlullah’ın mirac mucizesi gerçekleştiğinde, müşriklerin, “dostun bu gece Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, orada namaz kıldığını, geçmiş peygamberlerle görüşüp göklere çıktığını ve döndüğünü anlatıyor” dediğinde “o söylediyse mutlaka doğrudur” diyerek tasdik etmesiyle Sıddıkîyet vasfına erendi.
Hülasa; O, her durumda “Anam babam sana feda olsun, yâ Resûlallah!..” teslimiyetini gösterendi.
Efendimiz (s.a.v.) vefatının yaklaştığını anlayınca hac yapacağını ilan ederek, Müslümanlarla birlikte Mekke’ye gitmek üzere Medine’den ayrılıyordu. Arafat’ta Veda Hutbesi’ni irad ederek yüz binin üzerindeki sahabeye İslâm’ın düsturlarını hatırlatıyordu. Aslında bu durum aynı zamanda ayrılık vaktinin yaklaştığını da haber veriyordu.
Bu arada Maide Sûresi’nin 3. ayeti nâzil oluyor ve yüce yaratıcı dinini tamamladığını bildiriyordu. “Ey Müminler! Şu küfreden müşrikler bugün dininizi söndürmekten ümitlerini kesmişlerdir. Artık bundan böyle onlardan korkmayınız, ancak benden korkunuz. Bugün dininizi hayr ve saadetiniz için kemale erdirdim ve size ihsan ettiğim nimetimi tamamladım. Din olarak da size İslâm’ı seçtim.”
Bu ayet Efendimizin (s.a.v.) vefatının yaklaştığını bildiriyordu. Bunu ilk anlayan sadık dost Hz. Ebûbekir (r.a.) oluyor ve ağlamaya başlıyordu.
Kendisine niçin ağladığı sorulunca Hz. Ebûbekir: “Bu ayet Rasûlullah (s.a.v.)’in vefatının yaklaştığına delalet eder” diye cevap veriyordu. Ayrıca efendimizin Veda Hutbesi’ndeki, “Belki bu seneden sonra sizinle burada bir araya gelemeyebilirim” sözü de vefatının yaklaştığını işaret ediyordu.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Veda Haccı'nı tamamladıktan sonra Medine'ye dönmüş ve kısa bir süre sonra hastalanmıştı. Hastalığı sırasında sahabiler Resûlullah’ı sık sık ziyaret ediyorlardı. İçlerinde Ebû Bekir’in de bulunduğu bu ziyaretlerden biri esnasında Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyordu: “Cenab-ı Hak, kulunu, dünya ile ahireti tercih hususunda serbest bıraktı. Ama o kul, ahireti tercih etti.”
Bu ifadelerden ilk anda kimse bir şey anlayamıyordu. Yalnız Hz. Ebû Bekir, Peygamberimizin, bu sözle, vefat edeceğini işaret ettiğini anlıyordu. Hemen ağlamaya başlıyor ve şu sözler kalbinden dudaklarına firar ediyordu: “Babalarımız, analarımız, çocuklarımız, mallarımız, canlarımız sana feda olsun, yâ Resûlallah!”
Peygamberimiz onun bu feraset ve hassasiyetinden dolayı duygulanıp şöyle buyuruyordu: “Ağlama, ey Ebû Bekir. Eğer Allah’tan başka bir dost edinecek olsaydım, seni dost edinirdim.”
Tarih hicretin 11. Senesini, Rebiülevvel ayının 12’sini, Milâdî 8 Haziran 632’yi gösterirken Efendimiz (s.a.v.) 63 yaşında iken mübarek ruhu Refîk-i Alâ’ya yükseliyordu.