İlim İrfan Ocakları: Vakıflarımız
Son zamanlarda yıpratılmak amacıyla kasten gündeme getirilen vakıflarımızın ilim, kültür ve sanat hayatımızdaki mühim yeri üzerinde durmak gerekiyor. Bazı çevrelerin karalamaya çalıştığı vakıfların bugüne kadar yaptıkları hizmetler, gerçekleştirdikleri faaliyetler, esasında kitaplık bir çalışmada ancak anlatılabilir. Bunların bir bölümünü söz konusu vakıflar “faaliyetlerimiz” adı altında hem broşür ve kitap olarak neşretmekte, hem de internet sitelerinde geniş bir şekilde yayımlamaktadırlar.
40-50 yıl öncesine gittiğimizde önce cemiyet olan sonra vakfa dönüşen üç müessese hatırlıyorum: İlim Yayma, Kubbealtı ve Türk Edebiyatı Vakfı. İlim Yayma, daha ziyade İstanbul’a gelen öğrencilerin yurt hizmetlerini karşılamakta, diğer ikisi ise kültürel faaliyetlerle bu gençlerin zihinlerini müspet programlarla donatmaktaydı. Bilhassa İlim Yayma Cemiyeti, Anadolu’nun bir çok yerinde şubeler açmış ve yüksek tahsil yapan talebelerin biricik sığınma mekânı olmuştur. Öğrenciler yüksek tahsil yaparken aynı zamanda sıcak bir yurt ortamına girmiş, ihtiyaçları için burs almış, sıcak yemek yeme imkânı bulabilmiştir. Tabii tuzu kuru olanların, bu taraklarda bezi olmadığı için yapılan bu hayırları, edilen iyilikleri görmemiş, daha doğrusu görmek istememişlerdir.
OSMANLI’DAN BERİ VAKIFLAR ÖNEMLİ
Vakıflar sadece 40-50 yıl önce kurulmuş kurumlar değil elbette. Esasen Selçuklulardan, Osmanlılardan, hatta İslam’ın ilk kuruluş yıllarından, yani Asr-ı Saadet’ten beri var. Temelde insanlara hizmet etmek ve hayırlı işlerde bulunmak amacıyla kurulmuş vakıflar. Zaten bugün de aynı amaç güdülüyor. Ecdadımız tarih boyunca nerede eksiklik görmüşse o sahada bir vakıf tesis etmiş ve sosyal hayatın daha sağlıklı bir biçimde yürümesi için büyük bir gayret göstermiştir. Atalarımız sadece insanları değil kurdu kuşu da düşünmüş, onlar için de vakıflar kurmuşlardır. Vakıflarla ilgili yapılacak ciddi bir araştırmada bütün bu hususlar rahatlıkla görülebilir. Bu konuda yazılmış çok değerli eserler olduğu gibi, son derece kıymetli makaleler de bulunmaktadır. Az önce andığımız iki üç vakfın yanısıra bugün Diyanet Vakfı, Ensar Vakfı, Yeni Dünya Vakfı, Alvarlı Efe Vakfı, Çocuk Vakfı, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, İhlas Vakfı, Kültür Ocağı Vakfı gibi pek çok kuruluş, büyük hizmetlere imza atmaktadırlar. Bazıları yurtdışındaki mazlum insanların imdadına yetişirken, kimisi de yurtiçindeki öğrencilerimizin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmakta, bir bölümü ise düzenlediği kültürel faaliyetler ve sanat çalışmaları ile büyük bir boşluğu doldurmaktadır.
İLİM, SANAT VE KÜLTÜR FAALİYETLERİ
İstanbul’da 1980’lerdeki üniversite tahsilim sırasında, kültürel ihtiyaçlarımızı hocalarımızın yönlendirmesiyle bazı vakıfların düzenlediği sohbet toplantılarında gideriyorduk. Bu ilim, sanat ve edebiyat meclislerinde Türkiye’nin seçkin simalarını tanıdık ve onların konuşmalarından istifade ettik. Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti, Cemil Meriç, Tahsin Banguoğlu, Ekrem Hakkı Ayverdi, Süheyl Ünver, Sâmiha Ayverdi, Münevver Ayaşlı, Tarık Buğra, Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı, Ergun Göze, Erol Güngör, Muharrem Ergin, Abdülkadir Karahan, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Ömer Faruk Akün, Necmeddin Hacıeminoğlu, Mertol Tulum, Ali Alparslan, Faruk Sümer, İbrahim Kafesoğlu, Erdem Bayazıt, Necla Pekolcay ve Turan Yazgan gibi bugün rahmet-i rahmana kavuşmuş hocalarımızı, bu vakıfların kubbeleri altında dinleme ve onların birikimlerinden, fikirlerinden istifade etme fırsatını bulduk. Demek istediğim şudur ki, bu vakıflar dün âdeta ‘herkese açık bir üniversite’ vazifesi yapıyordu, hâlen aynı misyonu devam ettiriyorlar. Bugün de başta İstanbul’da olmak üzere Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde gayretli insanların kurduğu düzgün vakıfların çatısı altında son derece faydalı sohbetler yapılmakta, önemli paneller düzenlenmekte, seçkin hocaların ders verdiği kültür sanat kursları verilmektedir. Ki gelenekli sanatların bugüne taşınmasında bu kursların çok büyük bir yeri ve olağanüstü rolü bulunuyor. Örnek vermek gerekirse, Süheyl Ünver, Münir Nurettin Selçuk, Muhsin Demironat, Rikkat Kunt, Kemal Batanay ve Yusuf Ömürlü gibi hocaların uzun yıllar verdiği kurslar asla unutulamaz. Tezhip, minyatür, ebru, hat ve musikimiz bu sayede yaşıyor.
Ard niyetli bazı çevreler, gözbebeğimiz gibi bakmamız ve sahip çıkmamız gereken vakıflarımıza çamur atmaya yelteniyor. Meşhur sözdür: “Yel kayadan ne aparır?” Onlar ellerine bulaşan karalarla, çamurlarla kalacak ama iyi insanların kurduğu vakıflar, hizmetlerine aynı aşkla, şevkle ve heyecanla devam edeceklerdir. Ve her yıl üniversiteler açılırken öğrencilerimiz, kayıtlarını yaptırdıktan sonra bu ilim irfan ocaklarına, yani vakıflara yönelecek ve hizmetlerini inceleyecek, sonra da bazılarına devam edeceklerdir. Unutulmasın ki, bugün bürokraside görev yapan pek çok yetkili, bu hayırlı vakıflarda yetişmiş, burs almış, kurslarına devam etmiş veya sohbetlerinde bulunmuşlardır. İçeride ve dışarıda bu kadar düşmanımız var iken, vakıfları hedef tahtasına koyanlara da, “Allah akıl fikir versin.” demekten başka söylenecek söz yok!