İlim Hasbihali
İlim Yayma Cemiyeti Şanlıurfa Şubesinde kıymetli valimiz Güngöz Azim Tuna Beyi dinliyoruz. Vali beyin konuşmasını dinlerken çağına tanıklık etmiş bir yazar, bir edip, bir düşünürü dinlediğimi söyleyebillirim. Bizden biri, halktan biri...Makam ve mevkileri belirli müktesebatlarla alınabileceğini anlatıyordu. Bunun için çok çalışmak ama planlı ve bereketli çalışmaktan bahsediyordu. Yani erdemli çalışmak neydi, onu anlatıyordu.
Neydi bu erdemli çalışma?Mesela kıymetli Valimiz daha lise yıllarında yabancı dil meselesini hallettiğinden bahsetmişti. Yabancı dil ağırlıklı okulların olmadığı bir dönemde İngilizceyi veyahut da başka bir yabancı dili halleden insan çok azdı. O şartlarda çok sevdiği İngilizce öğretmeni bu çalışkan öğrencisine bir rota da belirlemişti. Dünyayı sadece kendi anadilimizi öğrenmekle anlayamayız, keşfedemeyiz. Dünyayı yabancı dilleri öğrenerek keşfedebilir ve anlayabiliriz ki bunun sonucunda bilginin güç olduğu erdemiyle karşılaşırız.
Kariyer safhalarını geçerken "yabancı dilden çok ekmek yedik" sözüyle ifade eden Vali Bey, bir insan için boş zamanının ve ihtiyaç duyacağı bir rehberin önemini kalın çizgilerle işaretlemişti. Peki boş zamanımızı değerlendirirken ve bir rehbere ihtiyaç duyarken kime itimat etmeliyiz. İşte bu konuda ailelere büyük görevler düşüyor. Çocuklarımızı kimin eline teslim etmeliyiz. Ülkeyi ileriye taşıyan insanlar yetiştiren, imam hatipler açarak ülke insanının dinu00ee ve manevu00ee eksikliğini gideren İlim Yayma Cemiyeti gibi kuruluşlarımızın sayısı artmalı. Hele Urfa gibi genç nüfusun çok fazla olduğu bir şehirde sadece devlet bu sosyal meselelere yetişemez.
Devletin ve milletin bekası için mücadele veren şairin dediği gibi "ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz" misali İlim Yayma Cemiyeti gibi kuruluşlara dününkinden daha çok ihtiyacımız var. Bu kuruluşlar geleceğimizin teminatı olacak çocuklarımıza ve gençlerimize sahip çıkabildiği gibi ülkemizi 15 Temmuz gibi "karanlık emellere sahip olan teroristlerin" elinden de kurtardı. Milleti organize etmek ve şuurlandırmak için beyin takımı vazifesini de gördüler.Yaşadık ve gördük bütün bunları.
Vali beyin sohbetine dönersek şu notlarımı da ekleyebilirim. Evet, kişinin toplum içirisinde şekilleneceği meselesi söz konusu. Bunun yanında kişilerin de kendi bireysel çabası lazım. Mesela kitap okuma çok önemli. Bu konuda Vali Bey gençlerden şikayetçi. Okul çağında harçlıklarımızı biriktirip kitaplar aldıklarını ve o kitapları satırı satırına , sayfası sayfasına okurduk, diyordu.Şimdi ki gençlere ise kolilerce kitap dağıttıkları halde istenilen okuma düzeyine gelemediklerini söylüyordu Vali bey. Bu tembellik nereye kadar gidecek. Eğitimcilerin, idarecilerin ve ailelerin kara kara düşündükleri temel meselelerden biri de bu.
İnsanlarda bir kere okuma aşkı fitilini ateşleyecek bir mekanizmaya ihtiyacımız var. Bu bazen İlim Yayma gibi kuruluşlarımız bazen de Vali Beyde okuma aşkını sevdiren ve ona yardımcı olan İngilizce Öğretmeni olabilir. Ama sayı istatistiklerin çok altında olmamalı.
Şehirlerimizi ve gençlerimizi vahşi kapitalizme ve sakat modernizme kurban verdiğimiz şu günlerde gençlere nasıl sahip çıkılması gerektiğini de Vali Bey anlattı. Vatandaşa bu durumu arzettiğimizde "Allah Vali beyin yardımcısı olsun." Diyor. Peki biz Vali Beye nasıl yardımcı olacağız. Bu şehrin sosyo-politik durumu da ortadayken.
"Eğitim, kitap okuma, kültür, sanat, edebiyat, bilimsel çalışmalar" alt başlıklar uzayıp gidiyor. Bu hususta şehre rol-model olabilecek insanların davet edilmesi ve bu şahsiyetlerin alanında önemli tcerübelere sahip olmasına dikkat edilmesi gerekir. Emekli bir köy öğretmeninden tutun da kıymetli kitapları olan bir yazara kadar davet edilecekler listesi genişletilebilir. Ama hayatu00ee ve önemli tecrübeye sahip insanları şehre gelmeli.
Yıllardır şahit olduğum bir durum var. Moda bir tabir de olmuştur. Kişisel Gelişim uzmanları bir şehre davet edilir. Beylik bir kaç cümle ile konferans bitirilir. Ondan sonra...Ondan sonrası malum. Çok çok bir iki fotoğraf ve özçekim... Ya da ünlü bir televizyoncu-radyocu kitap çıkarır, yazar olarak piyasaya sunulur. Kafasına ters bir kasket giymiştir. Pizzacıdan hamburgerciden çıkmaz öğrencileri test ve tost sorularıyla baş başa bırakır. Test ve tost zihniyetinin yılmaz savunuculuğunu da bırakmazlar.
Bütün bunları söylerken Meşhur İslam Bilgini Abdülkadir Es-Sufi gibi ideal bir "Müslüman Köyü" ortaya çıkarılsın demiyorum. Farabi gibi ayakları yere basan ve uzun yılların birikimiyle tecrübe edilmiş şehirler ve ahalisini kurgulayalım. Bu yeter. Ülkeler bu temeller üzerinde büyürler ve ebedileşirler.