İlahiyatlar ne iş yapar?
Türkiye’de
din konusundaki tartışmaların popüler düzeye kadar inmesini belirli ölçüde anlaşılabilir
bulmaktayım. Çünkü insanlar büyük oranda bir dini anlayışa sahip olduklarından
ve bunu gündelik hayatın farklı zamanlarında sohbetlerine taşıdıklarından ister
istemez popüler bir gündem olmaktadır.
Diğer
yandan insanın nereden geldiği ve en önemlisi ölümlü bir varlık olarak nereye
gideceği sorusu onun ister istemez dinin cevaplarına doğru dikkat kesilmesini
sağlamaktadır. Özellikle belirli bir yaştan sonra insanların dine yönelik
ilgilerinde bir artma olur. Daha çok ibadet etmeye başlarlar; çünkü ileride bir
yerde onları ölüm beklemektedir.
Kant
fakültelerle ilgili yazısında insan için önemli üç fakülteyi sırasıyla
ilahiyat, hukuk ve tıp olarak belirtir. Fakat Kant analizinde, insanın “hayat”a
odaklanması sebebiyle pratikte tıpın birinci sırada olduğunu söylemektedir. Her
halükarda en ilgisiz insanlar bile göz ucuyla dini takip etme gereği duyarlar;
çünkü ölüm vardır ve dinler ya doğru söylüyorlarsa diye dini de kulak
kesilirler büyük oranda. Hemen parantez içi belirtelim ki, bugün dinin devrinin
bittiğini iddia edenler, teknolojiden bilime, yeni sosyal hareketlere kadar
birçok şeyin dinimsi bir yapıya büründüğünü gözden kaçırmaktadırlar.
Popüler
düzeyde insanların dine yönelik ilgileri bir türlü yansımasını bulmaktadır. Bir
kısmı, herhangi bir cemaat mensubu olarak kendi cemaatinin görüşünün bizzat
dinin kendisi olduğunu yüksek iddialı biçimde dile getirmektedir. Cemaatler
popüler yaygın din eğitiminin temel mekanları olarak işlev görmektedirler. Bir
kısım cemaatlerin ilahiyata yönelik eleştirileri ve hatta itirazları “pazar payı”nı
kaptırma endişesinden kaynaklanmaktadır.
İkinci
bir kesim de bir şekilde dini sohbetlere katılanlardan oluşmaktadır. Özellikle
sohbete katılanlardan bir kısmı, dinin ilahiyat fakültelerinde yörüngesi değiştirilmiş
bir şekilde anlatıldığı görüşündedirler. Üçüncü bir kesim de, sivil ortamlarda
dini kitaplar okuma sonucunda edindikleri din anlayışı ile ilahiyat
fakültelerini yetersiz bulmaktadırlar. Ancak her halükarda eleştirilerin örtük
bir sebebi de, dini bilgi konusunda ilahiyat dışındaki kurumların “resmi” bir
nitelik taşımamasıdır.
İlahiyat
fakültesinden bir hoca olarak yaşadığım tecrübe şudur ki, öğrencilerimiz farklı
cemaat, mezhep ve düşüncelerden gelmektedirler. Özellikle benim alanım olan din
sosyolojisi gibi dini sosyolojik bilimsel bir incelemeye tabi tutan derslerde,
öğrenciler önemli oranda derste anlattıklarımızı “anlamak”tan daha çok kendi düşüncelerine
uygun olup olmadığını “denetlemek”tedirler. Toplumumuzda her farklı dini görüşten
insan, ilahiyat fakültesini kendi görüşüne uygun homojen ve monolitik bir şekilde
görmek istemektedir.
İlahiyat
fakültelerinin bu şekilde bilimsel olmayan tartışmalar içinde ele alınması, en
başta bu kurumun kendi işlevini yerine getirememesine sebep olmaktadır. Meselâ;
Türkiye’de hukuk, tıp, eğitim, edebiyat, iletişim fakültelerinin müfredatlarının
tartışıldığı duyulmamıştır. Bunlar ancak ilgili kurullarda tartışma konusu yapılmaktadır.
Fakat ilahiyat müfredatı sıklıkla ve popüler düzeyde de tartışılmaktadır.
İlahiyat
fakülteleri özelde İslam’ın ve genelde bütün dinlerin ilmi olarak incelendiği
kurumlardır. Burada bilimselliğe uygun olarak farklı görüşten insanların olması,
zaten kurumun doğasında olan bir şeydir. Bu, aslında öğrencilerin tüm fikirlere
açık olması ve dünyada kendi alanında ilmi rekabet gücünü artırmak anlamına
gelir. Öğrencileri küresel ölçekte donanımlı olarak yetiştirmeliyiz. Burada
ilahiyat öğrencilerini propaganda malzemesi görmek kesinlikle yanlıştır. Nasıl
bir fikre sahip olacağını öğrencinin kendisi tüm farklı fikirleri dinleyerek
karar vermelidir. Nihayetinde 18 yaşını geçmiş bireylerden bahsetmekteyiz.
Kur’an
ve Sünnet’e inanan bir ilahiyat hocası olarak elbette toplumda varolan
hassasiyetlerin gözetilmesini önemsemekteyim. Elbette her şey gibi ilahiyatlar
da eleştirilere açık olmalıdır. Ancak takdir edilmelidir ki, dışarıdan ne
derler diye ilim yapılmaz.