Dolar (USD)
35.11
Euro (EUR)
36.54
Gram Altın
2954.29
BIST 100
9672.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Aralık 2020

İlahiyatın dili

Son dönemlerde direkt veya dolaylı olarak ilahiyatın diline referansla analiz edilmesi gereken bazı negatif söylemler ortaya çıktı ve üzerine tartışmalar yaşandı. Bütün meselelerde olduğu gibi bu konuda da kişiselleştirme ve kutuplaşma hemen devreye girerek hakikat arkaplana atılmış oldu.

Doğrusu bir ilahiyatçı olarak “din” üzerine konuşma bağlamında mecalimin kalmadığını hissediyorum. Hatta bir müddet din konuşmasak da, hayatı geldiği gibi yaşasak mı diye aklıma da geliyor. Din üzerine konuşma konusunda manevra alanımın da sanki gittikçe daraldığını hissediyorum.

Bu manevra alanının daralmasını birkaç sebebe bağlamaktayım. Birincisi, Özellikle müslümanların geçmişteki iddiaları ile gerçekleştirimleri arasındaki ciddi mesafe. 1970 ve 80’lerden itibaren ortaya çıkan söylemlerin büyük oranda retorikten ibaret kalması ve müslümanların örnek olacak bir söylem, kimlik ve yaşantıyla aralarındaki mesafe, onların söylemlerinin ağırlığının zayıflamasına sebep olmuştur. Tam da bu sebeple, müslümanların geçmişteki söylem ve bugünkü pratikleriyle yüzleşmeleri; son kertede nerede yanlış yaptıklarını entelektüel düzlemde kamuya deklare ederek kendilerini revize etmeleri gerekir diye düşünüyorum.

İkincisi, İslam’ı bir dünya görüşü olarak öne süren müslümanlara gündelik hayatın içinden getirilen eleştiriler karşısında, muhatabına sadece “siz de farklı değildiniz” mealinde söylemler üretmeleri; dolayısıyla temel sorunların nasıl halledileceğine dair tez ve öneriler getirememeleri.

Nedense din söylemlerinin dile getirilişinde en başta büyük üslup problemleri var. Ayrıca bu söylemler bir stratejiden yoksun olduğu gibi kapsayıcı da olamıyorlar. Halbuki İslam gibi bir dinin evrenselliğinden bahsediyorsanız, son tahlilde kuşatıcı ve kapsayıcı bir dile ihtiyacınız vardır. Yine karşısındakini itham edici ve yaralayıcı değil, hakikate ve gerçekliğe davet edici bir dilin kullanılması büyük önem taşımaktadır.

Hz. Peygamber (SAV) Taif’e davet için gittiği zaman kendisine karşı şiddetli olumsuzluklar gösterilmiş ve kendisi yara bere içinde kalmıştı. Bu halde iken bile Taif halkı için beddua etmedi; geleceğe yönelik hayırlar diledi. Bu açıdan insanlara yönelik merhamet dilini kullanmak İslam’ın ve Hz. Peygamber’in en önemli şiarıdır.

İslam dini kendi içinde hakikat iddiası taşır; aslında bütün dinler insanları kendilerine davet ederken hakikat iddiasındadırlar. Burada bir problem yok. Fakat insanlar neyin hakikat olduğunu ortak insani bilgi ve aklın kategorileri ile ortaya koyamadığı için dinler bir inancın konusudurlar. Dolayısıyla bir dini kabul edip etmemek insanın tercih ve iradesinin bir sonucudur.

Diğer yandan hiçbir müslüman bir diğerinin iman edip etmediği noktasında kesin bir yargı üretemez. Böyle bir yargı üretmek, kişinin kendisini Tanrı yerine ikame etmesi anlamına gelir. Zira imanı Tanrı’dan başka kimse bilemez. Dolayısıyla öncelikle insanların imanlarını yargılayıcı ve itham edici bir dilden uzaklaşarak, kuşatıcı bir merhamet dilini ilahiyatın temel bir strateji olarak benimsemesi esas olmalıdır.

Günümüzde özellikle dünya ölçeğinde dine karşı önemli oranda ilgisizlikler meydana gelmiş durumda. Aslında gündelik hayatta etkinliği anlamda dinin ve İslam’ın belirli oranda bir gücü olduğunu biliyoruz. Fakat özellikle yeni yetişen neslin dili ve dünyadaki olaylar karşısında tavır alışları, soruları dikkate alındığında, müslüman toplumlarda da belirli oranda bu ilgisizliğin yansımaları göze çarpar. Böyle bir zaman diliminde ilahiyat söyleminin akıl ile birlikte insanın duygularına da hitap etmesi beklenir.