Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.70
Gram Altın
2954.31
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İLAHİYATÇILARIN BİLDİRGESİ

Gazetelerde geçen gün ilahiyat fakültelerinden 110 öğretim elemanının bir bildirgeye imza attığı haberi geçti. Bildirge, 17 Aralık'tan bu yana yaşanan gelişmeler sadedinde bazı noktalara dikkat çekmiş. Bu dikkat çekişleri birkaç noktada değerlendirerek bu bildirgeye hangi noktalarda şerh düşülmesi gerektiğini açıklamaya çalışacağım.

Total olarak düşünüldüğünde bildiriyi iyi niyetlerle, yaşanan gerilimin sona erdirilmesi üzerine bir ilahiyatçı sorumluluğunun yerine getirilmesi bağlamında önemli buluyorum. Çoğu meselelerde ilahiyatçıların sessiz kaldığı gibi bir imajın silinmesi bakımından önem taşıyor. İlahiyatçılar, toplumsal sorunların ve bunlara dair çözüm önerilerinin odağında yer almalıdırlar. Bunlara dair görüş ve önerilerini sunmalarını açıkçası önemsiyorum.

Bildiride, gerilimin temelde "mü'minler birbirlerinin kardeşidir" ayetine dayanan bir dil üzerinden çözümlenmeye çalışılması anlamlı ve önemlidir. Yaşanan olayların tatsızlığı, gerilimlerin Türkiye'ye verdiği her türlü zararın hatırlatılması benim açımdan olumludur. Zaten bunları daha önceki yazılarımda da defaatle belirttim.

Bildirgede dikkat çekilen ikinci nokta, böyle bir bildirgenin yayımlanma amacını da belirtiyor: Bu tartışma ve gerginliklerde olabildiğince dini literatür kullanılması ve bunlar üzerinden meşruiyet arama işleminin gerçekleştirilmeye çalışılması. Özellikle bu kavramların ilim adamları tarafından özensiz kullanımına da ciddi bir şikayet konusu olarak dikkat çekilmiş. Doğrusu, bunlara dair birkaç yazı yazdım. O yazılarda İslam'ın daha totalde şekli meşruiyet arayışlarından ziyade içsel ve insani meşruiyete önem verdiğinin altını çizmeye çalıştım.

Fakat bildirgede esas dikkat çekilen üçüncü nokta üzerinde durmak istiyorum. Bu husus şu cümlelerle dile getirilmiş: "Her yönetim erki, adalet, hakkaniyet, emanet, ehliyet ve mesuliyet prensiplerine bağlı kalmak durumundadır. Bu çerçevede demokratik yollarla halk tarafından seçilmiş olan meşru otoriteye itaat ana ilke olup, fitneye yol açan her türlü tutum ve davranış asla tasvip edilemez."

Bu cümleler, ilk okuduğum andan itibaren bende tarih boyunca alim ve itaat ilişkisini çağrıştırdı. Ehl-i Sünnet'in özellikle siyaset tartışmalarında önemli bir sorun olan bu nokta, tarih boyunca alimlerin hep "itaat" kavramı üzerinden meseleye yaklaşımlarına sebep olmuş. Muhtemelen birçok kişinin kafasında da "bu bildiriyi imzalayanlar iktidarı tutuyor" gibi bir imaj oluşmuş olabilir.

Ben "meşru yollardan iktidara gelmiş bir otoriteye itaat"ı ilke olarak kabul ediyorum. Burada bir problem yok. Fakat bildirgeyi kaleme alanların, esas sorunu ve konjonktürü de dikkate alarak ifadeyi şöyle yazsalardı daha iyi olacaktı diye düşünüyorum. "Türkiye'de iktidara gelmenin meşru yolu demokratik seçimlerdir. Dolayısıyla demokratik meşru yollarla iktidara gelmiş bir otoriteyi, demokrasi ve siyaset dışı yollarla tasfiye etmeye çalışmak asla benimsenemez. Türkiye'deki tüm siyasal ve sivil teşkilatları, siyasete olağandışı müdahalelere onay vermemeye çağırıyoruz."

Bir de öte yandan, iktidarın bu konjonktürde nelere dikkat etmesi gerektiğine dair de bazı kelamlar edilebilirdi. Böylece, aslında daha bütüncül bir bakış açısıyla hem iktidara yol gösterilmiş olurdu, hem de muhtelif sorunlar -ister iktidardan isterse başkalarından kaynaklansın- dile getirilmiş olurdu.

Dikkat ederseniz Türkiye'nin sorunu sürekli vesayetlere takılmasıdır. Öncelikli yapılması gereken şey; bu vesayetin sürekli ortaya çıkmasının temel sebepleri ve neler yapılabileceği üzerine dikkat çekmektir. Öncelikle siyasetin işleyişinin normalleşmesi lazımdır.

Not: Elim bir kaza sonucu kaybettiğimiz çok kıymetli genç arkadaşımız Muhammed Enes Uçar'a Cenab-ı Allah'tan (CC) sonsuz rahmet, ailesi ve yakınlarına da sabr-ı Cemil niyaz ederim.