İlahiyata yancılık
Hakkında bir araştırma var mı bilmiyorum ancak üzerine en fazla konuşulan alanın din ve ilahiyat olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun birkaç sebebinden bahsedebiliriz. Birincisi, din bir mensubiyet olarak insanların hayatlarında şöyle veya böyle yer eder. İkincisi, özellikle belli bir yaştan sonra “dünyanın yalan olduğu” anlaşıldığında dine ilgiler artar. Üçüncüsü, din üzerine konuşmak insanı popüler kılabilecek “ne olsa gider” türünden bir faaliyettir. Bu durum toplum nezdinde her kesimde din ve ilahiyat üzerine konuşmayı yoğunlaştırmaktadır.
İnsanlar elbette dine ilgi duyabilirler, okuyabilirler, öğrenebilirler; burada problem yok. Fakat problem olan nokta bu konuda uzman olmayan (yani ilahiyat eğitimi almayan) kişilerin dinle ilgili ahkam kesmeleridir. İşte ben bunu “ilahiyata yancılık” olarak isimlendiriyorum. Meseleyi böyle vazedince, bir takım kimseler “siz islam dininde ruhban sınıfı mısınız?” diye itirazda bulunuyorlar. Burada bir nüans var. Tabii ki ilahiyat fakülteleri manastır değildir ve ilahiyatçı olarak bizler de kutsal kitabı yegane yorumlama yetkisine sahip ruhbanlar değiliz. Ancak bu, önüne gelene, iki dini kitap okuyana kutsal kitabı yorumlama hakkı ve salahiyeti vermez. Yorumlama, ictihad ve hatta fetva birçok ilme ve müktesebata sahip olmayı gerektirir.
Bu bağlamda bazı örnekler üzerinden meseleyi analiz etmeye çalışalım. Geçenlerde bir tanıdığım bir mevzuyla ilgili olarak Kur’an’ı okuduğunu ve Kur’andan çıkardığı hükmü anlattı. Fakat fıkıh kitaplarında bu hükme muhalif formülasyonlar ortaya konulduğunu; dolayısıyla bunların Kur’an’a ters olduğunu söyledi. Bu arkadaş, Kur’anda o mevzuyla ilgili ne kastedildiğine dair fıkıhta yapılan tartışmalardan haberi yoktu. Tefsir, fıkıh ve Hadiste o konuyla ilgili dilden başlayarak anlama çabaları ve tartışmalardan sonra öyle bir formülasyon geliştirilmişti. Bunları anlatmama rağmen ilahiyat müktesebatı olmayan bu arkadaş hala kendi görüşünün doğru fıkıhçıların yanlış olduğunda ısrarcı idi. Böyle bir özgüvene hayran kalmamak mümkün değil.
En çok takıldığım ifadelerden birisi “gerçek din bu.” Bu ifadeyi söyleyenler, kendi din yorumlarının “doğru” diğerlerinin “yanlış” olduğunu iddia ediyorlar. Birinci sorumuz, neye göre doğru? Hiç şüphesiz Kur’an’a göre diyecekler. Halbuki “gerçek din bu” diye ortaya konulanlar Kur’an ve sünnet üzerine bir okumadan kaynaklanmaktadır; dolayısıyla bu bir yorumdur. Peki ikinci sorumuz; niçin senin yorumun doğru olsun? Buna “ancak benim delillerim var” diye cevap veriyorlar. Zaten diğer yorumların da delili var. Nihai soru; bunların hangisinin doğru olduğuna kim karar verecek? Buna dair çoğu yorumcular da ilahiyat müktesebatından maalesef yoksunlar.
Herkese bir insan olarak saygım var. Çünkü insanlar arasındaki ilişkilerde saygının esas olması gerektiğini düşünürüm. Fakat bazı başka uzmanlık alanlarından insanların öyle bir tavrı var ki, ilahiyat alanıyla ilgili dışarıdan konuşmakta; bu konuşmasında bir yandan ilahiyatı ve ilahiyatçıların bir şey bilmediğini ima etmekte, diğer yandan gerçek ilahiyatı kendisinin bildiğini açık ve örtük biçimde ifade etmektedir. Bunlar ilahiyatla ilgili olumsuz tüm faturaları ilahiyatçılara paslayıp ülkenin tüm dini hayatının hesabını ilahiyatçılara sorarken, bütün pozitif puanları da kendi hanelerine yazmaktadırlar. İlahiyata yancılığın zirve noktası da burası olsa gerektir.
Görebildiğimiz kadarıyla birçokları ilahiyata ve ilahiyatçılara ayar vermeye çalışıyorlar. Fakat en erdemli olan şey; önce herkesin kendi ayarını düzeltmesidir.