İLAHİYAT VE İMAM HATİPLER
İlahiyatlar ve imam hatip liseleri aslında bu ülkede hiçbir zaman gündemden düşmemiştir. Bugün de sayıları oldukça artan ilahiyat ve imam hatiplerle ilgili farklı yorumlar yapılmaya devam etmektedir.
Öncelikle imam hatip liseleri Türkiye’de din adamı yetiştirmek
üzere devreye girmişti. Fakat daha sonraki süreçte buna ek olarak diğer orta ve
liselerin hedeflerini de yüklenmiştir. Doğrusu imam hatip liselerinin bu
süreçte kazandığı içerimlerin Türkiye’deki “dinin nasıl konumlandırılacağı”
tartışması ile yakından ilintisi bulunmaktadır. Bu ise modernlik sürecinin en
temel sorunlarından birisidir.
İmam hatip liseleri insanlar tarafından hem fizik, tabii, sosyal
bilimler hem de islami ilimleri birarada öğrensin maksadıyla tercih edilmiştir.
Özellikle çocuklarının manevi açıdan eksik kalacağı kaygısı taşıyan veliler
imam hatip liselerine doğru yönelmişlerdir. Bilhassa 1980’lerden itibaren
Turgut Özal iktidarı ile birlikte imam hatiplerin popülaritesi daha da
artmıştır. Meseleye sosyolojik olarak bakacak olursak bu trend artışının aynı
zamanda bir ihtiyaç ve talebi karşıladığını da tespit etmek gerekir.
1950’lerden itibaren Anadolu’nun ekonomik, toplumsal, kültürel ve
siyasi konjonktürü düşünüldüğünde, özellikle şehirleşmenin başladığı bu zaman
diliminde imam hatiplerin periferiyi eğitim açısından mobilize ettiğini
görmekteyiz. Bu bilhassa 1990’lardan sonra meyvelerini vermeye başlamış;
böylece imam hatipler periferiden merkeze doğru hareket etmişlerdir.
Konya’nın periferisinde bir kişi olan ben, henüz işlevini bile
bilmediğim imam hatip lisesine gideceğim diye 1979 yılında tutturmuştum.
Ailemin benim için böyle bir planı yoktu. Mahallede bilye (misket) oynamayı
seven ben, arkadaşlarımın imam hatibe gitmesi ve bana orada bilye
oynayacağımızı söylemesiyle okula başladım. Çok iyi hocalarım ve arkadaşlarım
oldu. Benim kişisel hayatımda yön ve dengeyi bulmamda imam hatip lisesinin
nasıl pozitif bir anlam taşıdığı sonucuna daha sonra tarihi serencamımı yeniden
okuyarak ulaştım.
İmam hatipten sonra aynı şekilde ilahiyat fakültesine başladım.
İlahiyat alanı benim için emsali olmayan bir alandır. İlahiyat okuduğuna pişman
olduğunu söyleyen, geçmişinden kurtulmak isteyen birçoklarına şahit oldum.
Fakat şu anda geldiğim noktada belirtmeliyim ki, dünyaya tekrar gelsem “ilahiyat”
okurdum. Bu, kurum olarak imam hatip ve ilahiyatlar mükemmeldir anlamına
gelmiyor. Burada kastettiğim bir insan olarak fizik ve metafizik tüm alanlarla
felsefi, sosyolojik, tarihsel vb. zengin bakış açısı olan tek alanın ilahiyat
olduğunu düşünmekteyim.
Türkiye’de imam hatip ve ilahiyatlara sürekli negatif bakan üç
müzmin kesim var. Bunlardan ilki, dine de negatif bakan insanlardan oluşuyor.
Doğrusu onların kanaati hiçbir şekilde değişmeyeceği için üzerinde konuşmak
anlamlı değil. İkincisi de bir kısım cemaatler. Cemaatlerin temel
endişelerinden birisi pazar payını kaybetmemek. Bir de sürekli ilahiyatı
eleştirmeyi alışkanlık haline getirmiş, burada dinin yanlış öğretildiğini
düşünen, hocalarını beğenmeyen bir kesim de bulunmaktadır.
Elbette ilahiyat fakülteleri her boyutuyla eleştirilebilir. Fakat
ilahiyat fakülteleri dini ilmi boyutuyla incelemeyi hedeflemiş ve içerisinde
çok farklı görüşlere sahip insanları mündemiç olacaktır. Zira ilahiyat
fakülteleri tam da dini tüm boyutuyla tartışmanın yeridir. Fakat eleştirenler
oradan kendi düşünce ve dini inanışlarını onaylayan bir homojenlik
beklemektedirler. Bunun dışında akademi, entelektüellik, bilgi vb. bakımından
bir siyasal bilgiler fakültesinde, hukuk fakültesinde, fen-edebiyat
fakültesinde ne kadar sorun varsa, ilahiyatta da o kadar vardır.
Fakat imam hatipler ve ilahiyatların bu kadar kısa sürede çokça
açılmasını ben de eleştirmekteyim. İmam hatipler az sayıda proje okullar olarak
açılsaydı, yüksek bir başarı yüzdesi yakaladıklarında insanların imam hatiplere
talepleri de artabilirdi. İlahiyatların açılması da daha uzun süreye
yayılsaydı, içerik ve kalite olarak daha iyi olabilirdi. Çünkü hocaların
yetişmesi bile belirli bir zamanı gerektirmektedir.
Fakat tüm bunlardan öte ülkemizde eğitimin temel hedefleri, içerikleri, bu kurumların fonksiyonlarına dair bilimsel tartışmaya ihtiyacımız bulunmaktadır. Çünkü artık sorun 21. Yüzyıla yetebilecek bir bilgi, birikim ve eğitim hedefi üretmektir.