İlahiyat (üniversite) ve medrese
İlahiyat (Üniversite) ve medrese karşılaştırmaları ve tartışmaları zaman zaman ısıtılarak öne sürülmekte, şahsi kanaatimce bu tartışmalarda nominalist düzey çok fazla aşılamamaktadır. Hatta bu karşılaştırmaların önemli bir kısmı da, mantık kuralları gereği batıl kıyaslamalardır.
Böyle bir karşılaştırmayı yaparken bazı gerçekleri parametre olarak belirlemeliyiz. Birincisi, ilahiyat (üniversite) ve medrese ilişkisini bir tezat konsepti içerisine oturtanlar, daha çok medresenin doğuya ve üniversitenin batıya ait olduğu gibi bir zihni arkaplanla hareket etmektedirler. İkincisi, Medrese müslüman toplumların galibiyet zamanlarının eğitim kurumları olması hasebiyle, otomatik olarak zihinlerde başarıyı simgeleyen nostaljik bir bakışa tekabül etmektedir. Üçüncüsü, üniversitenin bir Batılılaştırma, medresenin ise bir müslümanlaştırma anlamına geldiğini düşünmektedirler. Dördüncüsü, başarının da bu bağlamda medrese ile yakalanacağını düşünmektedirler. Tüm bunlara dayanarak, “medrese” ya da “üniversite” tabelasını bir yere asınca işin halledileceğini düşünenler, içeriği tartışma gereği duymadan yüzeysel bakmada aynı çizgide buluşmaktadırlar.
Mülahazalarıma geçmeden önce doktora öğrencimiz Furkan Ören’in “Dini Bilginin Üretimi: Medrese ve İlahiyatlar” başlıklı doktora tezini başarıyla tamamladığını ve isteyenlerin o teze müracaat etmeleri gerektiğini belirtmeliyim.
Farklı coğrafyalarda, bölgelerde, şehirler ve ilçelerde medrese ismiyle eğitim yapan bazı kurumlar var. Medrese eğitimi genel olarak dini bir eğitim üzerine dayanıyor; içinde mantık gibi bazı dersler olmasına rağmen ağırlıklı eğitim dini eğitimdir. Medrese eğitimi büyük oranda silsile halinde belirlenen kitapların okunması, bazı ezberler ve bunların tartışılması üzerine dayanmaktadır. Bu kitaplar da yine geçmişte yazılmış klasik eserlerdir. Medrese eğitiminde çağdaş dönemde gündemi işgal eden küreselleşme, modernlik, postmodernlik, antropoloji, psikoloji vb. konular kesinlikle yer almaz.
Bunun ortaya çıkardığı birkaç türlü sonuç vardır. Birincisi, özellikle fıkıh, tefsir ve kelamda okutulan eserlerin ve bunun içindeki tartışmaların bugünü karşılama düzeyleri nedir? Açıkça söylemek gerekirse, bu eserlerin bazı temelleri verme bağlamında işlevselliğinden ve hatta gerekliliğinden sözedilse bile, bugünü karşılama açısından olabildiğince yetersiz olacağı hemen göze çarpar. İkincisi, medresede çağdaş dönemdeki problemlerin tartışmaları ve cevapları yoktur.
Bu durumda şu temel soruların cevabını aramamız gerekir; İlkin, kendi sınırlarının dışında karşılığı ve problemlere cevabı olmayan bilgilerin, ancak o sınırlar içinde insanları mutlu ve huzurlu kılması mümkündür. İkincisi, her şeyiyle çok hızlı değişen dünyadaki tartışmaları içermeyen bir bilgi ve düşünce, söz gelimi Batı düşüncesi ile karşılaşma ve yüzleşme yaşamadan nasıl kendisini inşa edecektir? İlahiyatların ve üniversitelerin problemleri olmadığını söylemeye çalışmıyorum. İlahiyat fakülteleri kendi içerisinde sancılı süreç geçirse de, bugün dünyanın farklı ülkeleri ve Batı’da geliştirilen bilgi, teoloji ve dünya ile başa çıkmaya diğerleri arasında en yakın adaydır. Elbette daha alması gereken çok mesafe ve gayretler gerekmektedir.
Bugün ilahiyat fakültelerini medreselerin denetlemesi gerektiğini öne sürenler, acaba gerçekten medrese ve ilahiyatların içeriğini bilerek mi böyle bir yargıda bulunuyorlar? Yoksa bu ifadeler nostaljik birer göndermeden mi ibaret? Bugün ilahiyatlar dini bilginin evrensel üretimi açısından konumlandırılmış ve bu görevi yerine getirmeye çalışan kurumlardır. Küreselleşen yani bütün bilgilerin dünya ölçeğinde dolaşımda olduğu bir dönemde, farklı bilgi ve teolojilerle yüzleşemeyecek öğretimlerin gelecek vizyonu ve şansının olması son derece zor görünmektedir.