Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.86
Gram Altın
2436.30
BIST 100
9716.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Ocak 2023

İlahi öğretide tefekkür (3)

“O Mün’im-i Hakikî, bizden kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: biri zikir, biri şükür, biri fikirdir. Başta ‘Bismillah’ zikirdir. Ahir de ‘Elhamdülillah’ şükürdür. Ortada bu kıymettar harika-i san’at olan nimetler Ehad, Samed’in mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek ‘fikir’dir.”

Yukarıdaki satırlar Üstad Bediüzzaman’ın (r) haklı bir üne kavuşan Risale-i Nur Külliyatındaki Sözler kitabının girişinde yer alıyor. Burada kulluk gereği yaradılışımızın ve bize bahşedilen sayısız nimetlerin bedelini anlatırken, “fikir etmeyi/düşünmeyi” hem de “derk ederek” yani derin düşünmeyi bu bedelden saymıştır. Üstada göre tefekkür öyle değerli bir kulluktur ki Allah’ın (cc) verdiği nimet ve mallara bedel olarak kabul görecek niteliktedir.

Bundan olmalı ki Rabbimiz bizden 'Kur’an‘daki öğütlerin sahibinin kim olduğu'nu düşünmemizi ister. Bu düşünme biçimi tefekkürdür. Kur’an-ı Kerim'deki öğütlerin sahibinin Allah Teâla olduğunu ancak tefekkürle bulabilir, bilebiliriz. Kur’an’î öğütlerin sahibini takdir etmek, aynı zamanda bütün nimetlerin sahibini de takdir etmektir. Kısacası tefekkürün bizi vardıracağı yer hamd noktasıdır.

Evrende şu ana kadar insan dışında akıllı varlıklarla karşılaşmadığımıza göre tefekkür etmek insani bir düşünme eylemidir diyebiliriz. İnsanın dünya hayatında daha “iyi”ye (hayr) yönelmesi için tefekkür olmazsa olmazdır.

İnsanî olması hasebiyle tefekkürü derinleştiren unsurlar olduğu gibi düşünmemizi, tefekkür etmemizi kısırlaştıran faktörler de vardır. İlim, irfan, özgür düşünce, cömertlik, merhamet gibi değerler tefekkürümüzü derinleştirici özelliğe sahip iken cehalet, kibir, tembellik ve taklitçilik de tefekkürümüzü kısırlaştırıcı özellikler taşır. Bu yüzden tasavvufta insanın sahip olduğu nefsin kişiye galebe çalması sonucu perdelenen kalbin ancak “Sahib”ini düşünmesi olan “en büyük ibadet/zikr”[1] ile huzura erer.[2] Böyle olunca da en üst düzeyde bir tefekküre sahip olunur.

Tefekkür sonrası

Allah Tebarek Teâla’ya yaklaştırmayan, muhabbetullahı arttırmayan tefekkürün Rabbimiz’in bizden istediği tefekkür olmadığı açıktır. O zaman tefekkürümüzün yönü de amacı da Alemlerin yegâne Rabbi olmalıdır.

İslam metafizikçileri ve sufiler “terk”i, Rabbulalemin’i daha çok anmak (zikr) için önemsiyorlar. Tefekkür ve tezekkür için dünyevi meşgalelerden arınmalarının gerektiğine inanıyorlar. Bunu daha öteye taşıyarak tefekkür ve tezekkürde “ukba”yı da sarf-ı nazar ediyor Sufiler. Ki bütün zamanlarını Allah Subhanehu Teâla’ya ayırsınlar.

İhya’da İmam Gazali, Ömer b. Abdulaziz’in, “İbadetlerin en üstünü Allah’ın nimetleri hakkında düşünmek/tefekkür etmektir” dediğinisöyler. Yukarıda, Kur’an-ı Mubin’deki “Tefekkür etmiyor musunuz?” ayetleri ile Rabbimiz bizden 'Kur’an‘daki öğütlerin sahibinin kim olduğu'nu düşünmemizi ister, demiştik. Öğütlerin Sahibi’ni tanıyan, nimetlerin Sahibi olan Rahman Rahim Allah’ı takdir etme imkânına kavuşur. Yine İmam Gazali, İbn Abbas’ın; “Tefekkür halinde kılınan iki rekât namaz, tefekkürsüz bütün bir geceyi ibadetle geçirmekten hayırlıdır” dediğin söylemiştir.

Bunun yanısıra her insanın ancak tefekkürle ahlaki merhaleler katetmesi, bununla irfanî yönünü de geliştirebilmesi tefekküre verilen önemi haklı kılmaktadır. Ahlaki olarak arılanma ile birlikte tefekkürün önündeki engeller yok olur ve bu “hal” kişiye akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim kazandırır.

Akl-ı selim yani sağlam akıl ile doğru ve yanlışı,

Kalb-i selim ile iyiyi ve kötüyü,

Zevk-i selim ile de güzel ve çirkini öğreniriz. Bu üç “sağlam/selim” birbirinden ayrılmamalı ki tefekkür süreci müfekkiri hakikate eriştirsin.

Tefekkürle işlerimize, hayatımıza ve ibadetlerimize daha derin anlamlar kazandırmalıyız. Çünkü salt bilme insanı helake kadar götürebilir. Resul-i Ekrem’in (sav):

İnsanlar helak oldu, âlimler hariç. Âlimler de helak oldu, amel edenler hariç. Amel edenler de helak oldu ihlaslı olanlar hariç. Muhlisler de büyük tehlikededirler, buyururken bize tefekkür de olsa samimiyetsizinden, bereketsizinden hayır gelmeyeceğini öğretiyor.

Tefekkür, ya Allah’ın ayet ve sanatı hakkında olur, ya azamet ve kudret-i ilahiyye hakkında olur, ya nimet-i ilahiyye ya da Allah’ın sevap vadettiği ve ceza ile tehdit ettiği konularda olur.

İlki ile marifet, ikincisi ile hayat, üçüncüsünden muhabbet ve dördüncüden de taat arzusu ve masiyet korkusu doğar.“[3]



[1] Ankebut/29:45.

[2] Ra’d/13:28.

[3] Rûhü’l-Beyân, C. 10, s. 253.