İkram, adab, usul
Geleneğimizde muhtaca yardım etmek inancımızdan neş’et eder. Öyle ki kendileri istemeden verdiklerimizle pek çok kişi ve ailenin yarınlarına katkı sunuyoruz. Bazen az, bazen çok ama her hâlükârda hiç olmazsa karın doyuracak kadar ikramla birbirimizin ihtiyacını gidermekten geri durmuyoruz.
Vermek değerlidir hatta İslam Metafizikçileri kerimlik gereği, “ihtiyacı olmayana vermek de değerlidir” diyorlar ki çok yerinde
bir tespittir bu. Bu değere layık şekilde vermek suretiyle hem insanların
ihtiyacını karşılamış oluruz hem de onların dünyaya, insana bakışını
güzelleştirebiliriz.
Hem ikramda bulunmak Allah Teâla’nın
ihsanıdır. İnsana başkalarına verebilecek şeyler (mal, ilim, fikir…) bahşetmiş,
sonra bahşettiğinden başkasıyla paylaşma şuurunu da bahşetmiş. Bundan âlâ
iyilik mi olur? Kaldı ki vermekle inanan insan sahip olduğu malın da asıl sahibini
bilir, takdir eder ve O’na layık olduğunu gösterir. Malın asıl ve essah
sahibinin hayırda kullanmak üzere insana bıraktığı mal ve metaı muhtaca
vermekle, Allah Teâla ile muhtaç insan/lar arasında hayırlı bir aracı olma
şerefi de inanan insana Allah’ın cc lütuf ve ihsanıdır.
İnsanların ihtiyacını karşılamayla ilgili pek
çok ayet-i celile, hadis-i şerif olduğu gibi büyüklerimizin bu meyanda
serdettikleri çok değerli vecizeler de geleneğimize dair külliyatı
süslemektedir. Bu sözlerden en çarpıcı olanlarından biri de İmam Hüseyn’e (s)
ait:
Size bir ihtiyacını söyleyip el açan biri, böylece onurunu size takdim
ediyor demektir; o halde siz de kendi onurunuza saygılı davranın ve (o
istemeden) onun ihtiyacını giderin.
Ayrıca ikramda, sadaka-zekât verme ya
da insanlara başka türlü destek çıkma gelişi güzel, daha doğrusu alelade
olmamalıdır. Çünkü alan kişi veren kişinin yanında biraz eziklik hissedebilir,
bu sebeple ikramda bulunan bu hassasiyeti dikkate alarak muhatabının zor duruma
düşmemesini sağlamalıdır.
İkramda bulunurken herkese
uygulanması gereken adab ve edeb bellidir lakin bazen bu kurallar ihmal
edilebilir. Mesela toplumsal statüsü normal standartların üzerinde olan
şahsiyetlere ikramda bulunurken gösterilen ihtimam, bir kapıcı ya da temizlik
çalışanına gösterilmediği vakıadır. Oysa ikramın kendisi büyük bir değer
içermekte ve ikramda da bu değere uygun davranış sergilenmelidir.
Anlatılır:
Şey Tantavi’nin kızı bir gün biraz fasulye ve az da pilav alarak bakır bir
tepsiye koyup, yanına da patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledikten
sonra dışarı çıkacaktı ki babası kızını durdurup soruyor:
- Hayrola
kızım, nereye böyle? der.
Kız, “Babacığım
babaannem bu yemeği güvenlik görevlisine götürmemi istedi" der.
Bunun üzerine Şeyh Tantavi:
- Gel kızım.
Yemeği götürmen iyi lakin bu şekilde değil. Bak kızım, şimdi mutfaktan bir kaç
tabak daha al, her gıdayı ayrı tabaklara koy ve tepsini güzelce düzenle. Tepsiye
kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür. Bir havlu almayı da unutma.
Bu şekilde ikramda bulunmak daha uygun düşer yavrucuğum" der.
Kız babasının söylediklerini harfiyen yerine
getirip yemeği güvenlik görevlisine götürür. Döndükten sonra babasına soruyor:
Babacığım
neden böyle yapmamı istediniz?
Şeyh :
"Sevgili
kızım, yemek ikramı “malın” sadakasıdır. Yani bu tür ikramlar mal ile alakalı
sadakadır ve tabi ki bir iyiliktir. Ama bir şeyi düzgün vermek de 'kalbin'
sadakasıdır. Yani kalbin de sadakaya eşlik etmesidir. Birincisi ile yani yemek
ikramıyla insanların karnını doyurursun; lakin uygun veçhile ikram ettiğinde
ise insanların kalbini doldurursun. Biz ikisinde de hassas olmalıyız kızım. İlk
şekliyle götürmen güvenlikçi kardeşimize ‘önemsiz birisin’ hissi verirdi, ancak
ikinci haliyle ikram, güvenlikçiye yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu
hissini verir. Şimdi söyle kızım hangisi daha uygun düşer?" dedi.
Şeyh Tantavi sözlerine şöyle devam etti:
-Maldan
vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır. Gönülden olanın hem
Allah katında hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür (kaldı ki mülkiyetin
Sahibi cc böyle istiyor, A. Ay),
dedi, sonra biraz durdu Şeyh ve kızının gözlerinin içine bakarak sözlerini
şöyle tamamladı:
- Bak
yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın
aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın.
Evet, Tantavi çok haklı.
Değil mi ki mal da mülk de Allah Subhanehu Teâla’nındır.
Kabul edelim, biz Müslümanların mülkiyet anlayışı ile el-Malik esma-i celilesi
arasında ciddi bir sorun var. Yoksa dünyaya bu kadar tamah etmezdik.
Gelin, başta “malikliğimiz”i sorgulayalım, sonra kendimize “el-Melik neremize düşer” diye soralım. Göreceğiz ki biz bu esma
ile problemliyiz. O zaman bu sorunumuzu çözmek daha kolay.
Haydi Bismillah!