İkisi de yanlış!
Her işin ucu neden siyasete dayanıyor? Neden siyasi referans olmadan iş yapamaz hale geldik? Bu bir merkezileşme sorunu mu? Sistem sorunu mu? Ya da zihniyet problemi mi? Üst düzey yöneticiler bulundukları makamlarda inisiyatif almaktan mı korkuyorlar? Bu soruları pek çok kişinin sorduğunu ve kendince cevaplar aradığını yakinen biliyorum. Gerçekten de içinden çıkılması zor bir durum. Mesela eski dönemlerde de böyle miydik? Yoksa bu durum yeni mi oluştu?
Bu soruların cevabını çeşitli
etkili politik figürlerden ve mevcut siyasi ortamdan bağımsız olarak aramak ne
kadar mümkün? Ne yazık ki bunun çok mümkün olmadığını görüyorum. Geçenlerde bir
sohbette bir arkadaşımız şunu anlattı: “Eserini yayınlatmak isteyen bir yazar, kamu
bankasına bağlı bir yayınevine eserini yolluyor. Eser uzun bir zaman
yayınlanamıyor. Daha sonra bankanın üst düzey yönetiminde bir değişiklik
oluyor. Bu değişiklikten sonra vazifeye başlayan yönetici yayınevinin
faaliyetlerini askıya alıyor. Eser yollayan kişi dosyasını geri çekmek istiyor.
Yayınevi faaliyetini durdurduğu için böyle bir talepte bulunması gayet doğal.
Araya adam konuyor, olmuyor. Yazar, eseri geri istiyor, olmuyor. Üst düzey
yönetici ise dosyayı iade edebilmesi için “çok çok üst düzey bir siyasetçiden”
ve “damadından” mektup getirildiği taktirde kişinin talebinin yerine
getirileceğini söylüyor!”
İnanması güç ama olaylar aynen
böyle gelişiyor. İşin içinde başka bir bit yeniği var mı yok mu bilemiyorum ama
bir dosyanın iadesi için üst düzey bir makamdan yazılı referans istenmesi sizce
de garip değil mi? Altı üstü bir yayın dosyası bu, milyarlık ihale değil, üst
düzey bir atama değil. Yani böyle bir iş için orada bulunan bir daire
başkanının bile bu işi çözmek için yeterli yetkiye sahip olması gerekmez mi?
Ankara’da üst düzey bir makama
yakın bir pozisyonda görev yapmış, yıllarını yerel yönetimlerde ve kamu
idarelerinde geçirmiş, üstelik işin akademik boyutlarını da inceleme şansı
olmuş birisi olarak bu durum karşısında çok da şaşırmadım desem yeridir.
Şaşkınlığım, ideal olanın yani teorinin ve aklın bu durumun tam tersini
söylemesiyle ilişkili. Şaşırmamam ise mevcut yönetim anlayışımızın tam da böyle
bir kısır döngü üzerine kurulu olmasından kaynaklanıyor.
Yönetim teorisine göre –ki bu teoriler uygulamadan esinlenerek,
uzun dönemli tecrübeler temel alınarak hazırlanmıştır– üst düzey yönetim
operasyonel işlerle uğraşmaz. Stratejik kararlar alır, politika belirler ve
uygulama sonuçlarını değerlendirir. Orta kademe yönetim ise operasyonel alana
daha yakın olmakla birlikte günlük işlerle uğraşmaz, daha çok taktik
meselelerle ilgilenir, üst yönetimin aldığı kararların daha alt kademelerde
uygulanmasını sağlar. Alt kademe yönetim ve ona bağlı çalışanlar ise birebir
işe fiilen en yakın kademe olup bütün cari işlemler bu alt kademe eliyle
yürütülür. Günlük kararlar ve uygulamaya ilişkin adımların atılması bu kademede
gerçekleşir.
Bizde piramit tersine dönmüş
vaziyette. Üst düzey yöneticiler neredeyse tulum giyip cıvata sıkacaklar ya da
o gün satın alınacak bir kutu toplu iğnenin satın alma işlemlerini takip
edecekler. Bu kamuda da özel sektörde de böyle. Yıllar evvel otomotiv
sektöründe çalışırken firmanın genel müdürü ve sahibi olan kişinin çok eski
model bir kamyonetin tecrübesine çıktığını görünce kendisine şunu söylemiştim.
“Siz bu şekilde, bu tempoyla iş görmeye devam ederseniz çok yakında bir kalp
krizi geçirmeniz mukadderdir.” Adam şöyle bir yüzüme baktı ve şunu söyledi:
“Zaten ben kalp hastasıyım!”
Maalesef devlette de işler böyle
yürüyor. Çok üst düzey yönetici ya da siyasetçiler operasyonel işlere
bakıyorlar. İstiyorlar ki her şey benden geçsin, benim kararımla yürüsün.
Bazıları da tamamıyla kendisini işten soyutluyor ve siyasi referans gelmeden ya
da daha yukarıdan yazılı talimat gelmeden iş yapmıyor. İkisi de yanlış, ikisi
de arızalı bir durum. Rasyonaliteden kesinlikle uzak bir durumla karşı
karşıyayız. Birinciye şunu sormak lazım: “Madem her işi sen yapacaktın neden
oraya bir yönetici atadın?” İkinciye de “Madem inisiyatif almadan iş yapamıyorsun,
neden bu makamı işgal ediyorsun?” Ne dersiniz? Burada sizce de bir tuhaflık yok
mu? E ne diyelim, düzelir inşallah!