Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.85
Gram Altın
2973.41
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İki tür metafizik

İslam dünyasında var olan acılar ve ıstıraplar dinmediği gibi, geleceğe doğru projeksiyonda ümitli bir varoluş görünmüyor. Böyle bir cümleyi en baştan müzmin ve mutlak bir ümitsizlik hali şeklinde değerlendirip itiraz edenler olabilir. Ancak en baştan şu iki tavrın arasını özenle ayırmalıyız. Hiçbir şekilde Allah’tan ümit kesmeme tavrıdır ki, bunu korumayı sürdürüyorum. Önümüzde duran mevcut verilere baktığımızda ise, en azından kısa vadede bir ışık görünmüyor.

İki tür metafizik ne anlam ifade etmektedir? Birincisi, toplumların düşünsel ve pratik anlamda atılım yapması için bir metafiziğinin olması gerekir. İkincisi ise, yine toplumların içinde bulundukları müzmin negatif durumdan çıkabilmeleri için de metafizik(leştirme)den kurtulmaları bir zorunluluktur. Anlaşılacağı üzere birinci tür metafizik pozitif bir rol oynarken, ikinci tür metafizik kendi kendine bir ket vurma haline tekabül etmektedir.

Şimdi özelde İslam düşüncesi açısından durumu değerlendirecek olursak, kimi zaman yanlış yönsemeler tutturulsa da İslam dünyasının birinci tür bir metafiziğinin olduğunu söylemeliyiz. Bu tür metafizik öncelikle fenomenler dünyasının görünen yüzünün ötesinde bir anlamının ve boyutunun olduğunu imlemektedir. Buradan yola çıkarak hem insanlara ve toplumlara çok boyutlu bakabilmeyi hem de bunun üzerinden bir motivasyon biriktirmeyi temin etmektedir.

Fakat bu tür bir metafizik açısından İslam düşüncesinde (dünyasında) iki sorun görünmektedir. Birincisi, İslam dünyası bu metafizikle bütün sorunları halledeceğini düşünmektedir. Yani metafiziği fenomenler dünyasının tamamına teşmil ederek fenomenler dünyasındaki sorunların kendi alanı ve yöntemi içinde kalarak çözülmesinin önünde engel olarak durmaktadır. Fenomenler dünyasındaki gerçeklik, bilgi, bilim ve deneyleme yoluyla ve insani çabalarla elde edilen bir nitelik taşımaktadır. Müslümanlar bunu metafizik ile halletme çabasına girdikçe, gerçeklikten de ciddi olarak kopuş yaşamaktadırlar.

İkincisi ise, başarıların göndermeleri olan tarihin içinde saplanıp kalmaktadırlar. Müslümanlar tarihteki başarılarını sürekli gündemde tutarak, hem bugüne gelememekte, hem tarihi metafizikleştirmekte; sonuçta yaşadıkları anakronizmin onları hipergerçek bir bulanıklık içine gönderdiği anlaşılmaktadır. Zira gerek tarihi bugüne taşımak gerekse bugünden tarihe gitmek suretiyle bugünü inşa etme konusunda ciddi zaafiyete girmektedirler. Üstelik tarihsel narsizm öyle bir noktaya gelmektedir ki, sorunlar bizzat görünmez hale gelmektedir. Bu, Ali Şeriati’nin historisizm dediği bir handikapı işaret etmektedir. Tarih bugünü temellük etmekte, “şimdi”nin üzerine kapatarak geleceğe dair uzamı da kilitlemektedir.

İkinci tür olan metafizikleştirme ise “destansı” söylemleri ön plana çıkarırken, her şey metafizik formatta akmaya başlamaktadır. Burada özellikle metafizikleştirme “batıni” içerik ve formatta yaygınlaştığı için “rasyonel” tartışmalar geri plana itilmekte; esasen her türlü irrasyonalite kendisine meşruiyet alanı bulmaktadır. Üstelik metafizikleştirme bir kutsallaştırma da içerdiğinden, buna yönelik eleştiriler de “din karşıtı” olarak değerlendirildiğinden, irrasyonalite bütün geometrik uzama doğru yayılmakta ve işin ilginç tarafı tüm toplumda bir “sekr” hali oluşturmaktadır.

Tam da böyle bir handikabın ortasında Müslüman toplumların atması gereken ilk adım, kendilerine İslam düşüncesinin sağlıklı inşası ve buna yönelik sağlıklı pratikler için yeni bir geometrik uzam açmalarıdır. Bu açtıkları uzamda gerek paradigmasının merkeze alınması gerekse kavramların “bugün”le etkileşimleri içerisinde bu uzama yerleştirilmesi ikinci adım olacaktır. Metafiziğe bu kadar yaslanıp yine metafizikten bu kadar dayak yiyen Müslüman toplumların durumu hem ilginç hem de paradoksaldır.