İki tür metafizik
İslam
dünyasında var olan acılar ve ıstıraplar dinmediği gibi, geleceğe doğru
projeksiyonda ümitli bir varoluş görünmüyor. Böyle bir cümleyi en baştan müzmin
ve mutlak bir ümitsizlik hali şeklinde değerlendirip itiraz edenler olabilir.
Ancak en baştan şu iki tavrın arasını özenle ayırmalıyız. Hiçbir şekilde
Allah’tan ümit kesmeme tavrıdır ki, bunu korumayı sürdürüyorum. Önümüzde duran
mevcut verilere baktığımızda ise, en azından kısa vadede bir ışık görünmüyor.
İki tür
metafizik ne anlam ifade etmektedir? Birincisi, toplumların düşünsel ve pratik
anlamda atılım yapması için bir metafiziğinin olması gerekir. İkincisi ise,
yine toplumların içinde bulundukları müzmin negatif durumdan çıkabilmeleri için
de metafizik(leştirme)den kurtulmaları bir zorunluluktur. Anlaşılacağı üzere
birinci tür metafizik pozitif bir rol oynarken, ikinci tür metafizik kendi
kendine bir ket vurma haline tekabül etmektedir.
Şimdi özelde
İslam düşüncesi açısından durumu değerlendirecek olursak, kimi zaman yanlış
yönsemeler tutturulsa da İslam dünyasının birinci tür bir metafiziğinin
olduğunu söylemeliyiz. Bu tür metafizik öncelikle fenomenler dünyasının görünen
yüzünün ötesinde bir anlamının ve boyutunun olduğunu imlemektedir. Buradan yola
çıkarak hem insanlara ve toplumlara çok boyutlu bakabilmeyi hem de bunun üzerinden
bir motivasyon biriktirmeyi temin etmektedir.
Fakat bu tür
bir metafizik açısından İslam düşüncesinde (dünyasında) iki sorun
görünmektedir. Birincisi, İslam dünyası bu metafizikle bütün sorunları
halledeceğini düşünmektedir. Yani metafiziği fenomenler dünyasının tamamına
teşmil ederek fenomenler dünyasındaki sorunların kendi alanı ve yöntemi içinde
kalarak çözülmesinin önünde engel olarak durmaktadır. Fenomenler dünyasındaki
gerçeklik, bilgi, bilim ve deneyleme yoluyla ve insani çabalarla elde edilen
bir nitelik taşımaktadır. Müslümanlar bunu metafizik ile halletme çabasına
girdikçe, gerçeklikten de ciddi olarak kopuş yaşamaktadırlar.
İkincisi ise,
başarıların göndermeleri olan tarihin içinde saplanıp kalmaktadırlar.
Müslümanlar tarihteki başarılarını sürekli gündemde tutarak, hem bugüne
gelememekte, hem tarihi metafizikleştirmekte; sonuçta yaşadıkları anakronizmin
onları hipergerçek bir bulanıklık içine gönderdiği anlaşılmaktadır. Zira gerek
tarihi bugüne taşımak gerekse bugünden tarihe gitmek suretiyle bugünü inşa etme
konusunda ciddi zaafiyete girmektedirler. Üstelik tarihsel narsizm öyle bir
noktaya gelmektedir ki, sorunlar bizzat görünmez hale gelmektedir. Bu, Ali
Şeriati’nin historisizm dediği bir handikapı işaret etmektedir. Tarih bugünü
temellük etmekte, “şimdi”nin üzerine kapatarak geleceğe dair uzamı da
kilitlemektedir.
İkinci tür olan
metafizikleştirme ise “destansı” söylemleri ön plana
çıkarırken, her şey metafizik formatta akmaya başlamaktadır. Burada özellikle
metafizikleştirme “batıni” içerik ve formatta yaygınlaştığı için “rasyonel”
tartışmalar geri plana itilmekte; esasen her türlü irrasyonalite kendisine
meşruiyet alanı bulmaktadır. Üstelik metafizikleştirme bir kutsallaştırma da
içerdiğinden, buna yönelik eleştiriler de “din karşıtı” olarak
değerlendirildiğinden, irrasyonalite bütün geometrik uzama doğru yayılmakta ve
işin ilginç tarafı tüm toplumda bir “sekr” hali oluşturmaktadır.
Tam da böyle
bir handikabın ortasında Müslüman toplumların atması gereken ilk adım,
kendilerine İslam düşüncesinin sağlıklı inşası ve buna yönelik sağlıklı
pratikler için yeni bir geometrik uzam açmalarıdır. Bu açtıkları uzamda gerek
paradigmasının merkeze alınması gerekse kavramların “bugün”le etkileşimleri
içerisinde bu uzama yerleştirilmesi ikinci adım olacaktır. Metafiziğe bu kadar
yaslanıp yine metafizikten bu kadar dayak yiyen Müslüman toplumların durumu hem
ilginç hem de paradoksaldır.