Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2413.92
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 Haziran 2022

İki temel problem

Bugün İslam dünyasının iyi durumda olmamasının temel sebepleri arasında ilim ve ahlak seviyemizin beklenen düzeyde seyretmemesi gibi iki temel faktör zikredilebilir. Tabi bu meselenin içe bakan tarafı. Dışa bakan tarafında sömürgecilik, emperyalizm ve sair sebepler sayılabilir. Ancak içe bakan unsurlardaki zayıflama ve gevşeme dışarıdan gelecek tehditleri bertaraf edememek gibi bir acı netice doğurduğundan içe dönük eksiklikler daha önemli.

Hayatımızın ilmin yol gösterdiği çizgide şekillenmemesi yüzünden pek çok problemle karşı karşıyayız. Özellikle sosyal problemlerle yüzleşme noktasında ilmî tespit, yaklaşım ve çözüm üretmede epey aciz durumdayız dersek hata etmiş olmayız. Siyaset, iktisat, cemiyet ve eğitim hayatımızı şekillendirecek karar alma süreçleri ilmin aydınlığında değil, günü kurtarmaya dönük hamlelerle işletilmeye çalışılıyor. Oysa sosyolojinin, iktisadın, ilahiyatın, psikoloji ve felsefenin imkanları kullanılarak toplumsal sorunların tespiti ve bu sorunlara kalıcı çözümler üretilebilmesi mümkün. Biz ise bir nevi kolaycılığa sığındığımızdan mümkün olandan kaçıyor, zorlama çözümler üreterek yol almaya çalışıyoruz.

Akademi de bilinen ezberlerin tekrarından öteye geçerek güncel sorunların tespiti ve bu sorunlara çözüm üretilmesi noktasında henüz hazır değil. Hazır olanlar da mevcut sistem içerisinde kendisini gösteremiyor, arada kaynayıp gidiyor. Zaten ilmi araştırmaların çoğu güncel sorunlara yoğunlaşmak gibi bir dert taşımıyor. Genellikle literatür araştırması üzerinden yürütülen derleme çalışmalar öne çıkıyor. Oysa bizim ciddi ciddi sahaya inecek ve sahadaki problemleri tespit edecek, boyutlarını ölçecek ilim adamlarına ihtiyacımız var. Mesela sık sık deizmi konuşuyoruz ama deizmin bugün toplumda hangi boyutlarda olduğunu ölçecek nicel çalışmalar elimizde mevcut değil. Ya da cinsiyet meselesinde toplumun bakış açısının ve eğilimlerinin ne olduğunu ölçecek saha araştırmaları çok az. Bunları daha çok dışarıdan fonlanan yabancı vakıflar ve think-thank kuruluşları yürütüyorlar. Üniversitelerimize bu anlamda büyük görevler düşüyor.

İkinci önemli problemimiz ise ahlak seviyemizin bizden beklenen yani Müslüman bir topluma yakışan düzeyde olmaması. Kamu ahlakı noktasında ciddi problemlerimiz var. Bu problemler günden güne büyüyor ve ortaya büyük bir güven açığı çıkarıyor. Buradaki güven zafiyeti sadece Müslüman toplum üzerinde etkili olmuyor, kendimizi dış dünya nezdinde de anlaşılamaz bir noktaya konumlandırıyoruz. Müslüman dünyaya olan güvenin azalması, sadece Müslüman dünyanın kendisini başka toplumlara anlatamaması, mesajını iletememesi, doğru örnek olamaması noktasında değil, kendi içindeki huzursuzlukların artması açısından elim sonuçlar doğuruyor. Ahlak açığı güven açığına, güven açığı kaos ve şiddete dönüşüyor. Güven açığının olduğu toplumlarda sosyal dayanışma günden güne azaldığı gibi dayanışmaya dayalı alternatif ekonomik modeller de işletilemiyor. Hem sosyal hayatı hem ekonomisi umut vadetmeyen Müslüman toplumlar gelişemiyor, kalkınamıyor, eğitim ve kültür noktasında da geri kalıyor.

Rüşvet, iltimas, kayırma, gayr-ı adil uygulamalar, yalan, haset, kıskançlık, tamahkarlık, dünya perestlik, kadın, makam ve mal sevgisi toplumda yaygınlaşınca merhamet, adalet, paylaşım, sevgi, saygı gibi değerler yavaş yavaş geri plana atılmaya başlanıyor ve sosyal çöküş başlıyor. Sosyal çöküş ise ekonomik refah seviyesinin artmasıyla engellenebilecek bir şey değil. Sosyal çöküşün önünü kişi başı milli geliri artırarak alamazsınız. Aileyi yok ettiğinizde, insan haklarına ve bireye saygıyı geri plana aldığınızda, eğitim, kültür, girişim gibi alanlarda fırsat eşitliğinin önünü açmadığınızda da sosyal çöküş başlamış demektir. Rüşvet gibi kapsamlı ve toplumu ince ince kemiren bir hastalık sosyal bünyeye girdiğinde o toplumunun çürümemesi bir mucize olsa gerektir.

Sorunumuz tam olarak ekonomik gelişmişlikle alakalı değil. Sorunumuz 30 yıl öncesine göre daha büyük oranda zenginleşmemize rağmen ahlak açığımızın büyümesi ve sosyal sorunlar karşısında ilmi bir duruşla toplumun önünü açacak reçeteleri ortaya koyamamamız. Maalesef herkesin kasaya ve masaya talip olduğu, sorunlarla yüzleşmekten kaçındığı bir dönemde kalıcı ve geleceği etkileyecek kararlar almamız ve bunları uygulamaya koymamız çok çok zor gözüküyor.