İki tane çocuğu 200 TL için infaz etmek
Varılır menziline
Hesap vakti gelince.
Sorulur mazlumun hesabı
Açılır adaletin kitabı
Görülür her hesap, kıldan ince
Kılıçtan da keskince…
ÜLKEMİZDE
adliye mağdurlarının ne hale geldiğini görmek ve uyanmak lazım artık. Bugünlerde
yaşanmakta olan dehşet verici bir olay üzerine birlikte düşünmemiz gerektiği
kanaatiyle bu yazıyı kaleme aldım. Hepimizin ve hepimizin çocuklarının
hayatının ne kadar ucuza karartılabileceğini görmek için bir polisiye film
senaryosu değil, gerçekten yaşanmakta olan bir dramı yazıyorum. Bu dramda,
aktörler varlıklı, etkili, yetkili, güçlü, kuvvetli, hem de çoook. Allah bu
milletin evlatlarını böyle infazlardan korusun…
Olay
bir ortaöğretim kurumunda gerçekleşiyor. Bir öğrencinin cüzdanı çalınıyor,
cüzdanındaki para kartından 200 TL nakit çekiliyor (kartta adı soyadı
yazmıyor). Bu öğrenci durumu okul müdürüne bildirince, kamera kayıtları
inceleniyor. Görüntülerden, yüzü seçilemese de parayı çekenin okuldaki bir
öğrenci olduğu kıyafetinden tanınıyor. Okul idaresine çağırılan ikinci öğrenci,
karttan parayı kendisinin çekmediğini yanında bulunan üçüncü bir öğrencinin
(arkadaşının) çektiğini söylüyor. İkinci ve üçüncü çocuk o gün montlarını
değiştirmişler, o nedenle karışıklık oluyor. Bunun üzerine okul diğer çocuğu
(üçüncü öğrenciyi) çağırıp olayı soruyor, çocuk ifadesinde “Kartın şifresi girilerek kart bakiyesinin ilk önce başka bir
bankamatikten ikinci öğrenci tarafından kontrol edildiğini ve ikinci öğrencinin
kartın kendisine ait olduğunu, karttaki bakiye 200 TL’yi kartımdan çekip bana
getir” dediğini beyan ediyor. Yani ifadesinde, kartı, ikinci öğrencinin çalmış olduğunu
bilmediğini, sanki kendi kartını verip de “bana yardımcı ol,
bankadan kartımdaki paramı çek getir” dediğini söylüyor.
Olay
adliyeye intikal ediyor, aileler zararı karşılıyor, kartı çalınan aile de şikâyetten
vazgeçiyor. Buna rağmen her iki çocuk hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı
iddianame düzenleyip, ceza mahkemesinde dava açıyor. Bildiğiniz, “baklava çalan çocuk” olayından çok daha
ağır bir durum var ortada.
Yargılamada
her iki çocuğun tekrar ifadesi alınıyor. İkinci çocuk, önce karttaki parayı
kendisinin çekmediğini, suçla herhangi bir ilgisi olmadığını, sonra ise, parayı
çekerken üçüncü çocuğun yanında olduğunu belirtiyor. Üçüncü çocuk ise kartı kendisine arkadaşı olan ikinci çocuğun
verdiğini ve kendi kartıymış gibi konuşarak karttaki 200 TL parasını bankadan
çekip kendisine getirmesi konusunda ricada bulunduğunu söylüyor. Şunu da
ekliyor; şifreyi kendisine ikinci çocuğun verdiğini ve hesaptaki paranın 200 TL
olduğunu söylediğini, bu parayı çekip getirmesini istediğini, bir suç
işlendiğinden haberi olmadığı için suç işleme kastının olmadığını belirtiyor.
Mahkeme
sadece karttan para çekildiğine dair görüntüleri esas alıyor. Kartın ilk
kontrolünün yapıldığı, kartın bakiyesine bakıldığı bankamatik görüntüleri ve o
güne ait tanık var mı, yok mu o deliller incelenmiyor. Mahkeme ilk celsede her
iki çocuğa da cezayı basıyor. O zamana kadar yıldırım hızıyla ilerleyen dosyada
aynı hızla karar veriliyor. Çocukların sicillerinden (GBT’den) bir ömür
silinmeyecek damgalama yapılıyor. Kartın hangi çocuk tarafından çalındığı,
kartın ilk takıldığı bankamatik kayıtları, karttan parayı çeken üçüncü çocuğun
suç işleme saiki/kastı olmaması, karttan çekilen paranın miktarının aşırı düşük
olması, zararın karşılanmış olması, Çocuk Koruma Kanunu gereği çocukların
menfaati, etrafta olaya tanık olabilecek herhangi bir başka kişinin bulunup bulunmadığı
gibi olası bütün deliller birlikte incelenmeden, verilen ceza kesinleşiyor.
Olay
burada da bitmiyor, yıldırım hızlı mahkeme her iki çocuk hakkında hırsızlıktan
suç duyurusunda bulunuyor. Ancak mahkeme TCK m.44’teki “sanığın
işlediği bir fiil ile birden fazla suçun oluşması nedeniyle bunlardan en ağırı
olan suçtan cezalandırılması” hükmünü ve Yargıtay 8. Ceza Dairesi -
Karar:2017/1630 kararındaki çaldığı kartı
kullanıp para çekmek halinde bir fiil ile birden fazla suçun oluşması nedeniyle
bunlardan en ağır suç nedeniyle cezalandırılması gerektiği, iki ayrı ceza
verilmemesi gerektiği içtihadını ve sair pek çok hususu da gözardı ediyor.
Olaya bir şehrimizin Kurucu
Baro Başkanı’nın çocuğunun karışmış olmasının etkisi olmuş mudur? Olayın,
görünmeyen yüzünde kimler kimlerle neler görüşmüştür, nasıl çalışmalar olmuştur
ki olay bu şekilde sonuçlanmıştır bilinmez. Ancak, ikinci davada Mahkeme, kendisi ile ilgili “reddi hakim” yapılmasını
talep etmiş, bu da demek oluyor ki, hakim artık bu dosyadan bezmiş…
Gerçekten yıldı mı, yıldırıldı mı, baskı mı gördü ne için kurtulmak istiyor,
orasını açıklamıyor tabii ki mahkeme.
Bu olay herkesin çocuğunun
başına gelebilir… Bir arkadaşı “bu kart benim, paramı çeker misin”
diyerek yardım isterken çocuğunuzun başını yakabilir. Eğer bu kurgu içinde
adalet de doğru düzgün işletilemezse, bütün çocuklar hatta büyükler bile risk
altında demektir.
Hakimlerin “reddi hakim yapın bana” diyeceği duruma
gelmesi çok yanlıştır. Bu riskin bütün ülkeye nasıl bir tehlike doğurduğunu
görmek ve sistemsizliğin sistem olduğu modelden çıkmak lazımdır. Kişilerin
sistemden ve hukuktan daha güçlü olabileceği bir yapı herkes için bir
tehdittir. Tehdit bu boyuta kadar gelmiş durumda… Yanlışların birkaç asırlık
kartopu, artık, dev bir çığ olmuş toplumu yutuyor. Uyanan insan
sayısını artırarak bu sistemsizlikten, hukuksuzluktan, bünyemize - milli ve
manevi değerlerimize uymayan her türlü fiilden,
işten, işlemden, kanundan, hukuktan kurtulup kadim medeniyetimizin değerlerine uygun bir “sistem” kurmalıyız, onu yaşamalı ve yaşatmalıyız. İnsanlık bunu
bekliyor artık…
Ey Sema, güzellik yağdır üstümüze her zaman
Bugün, yarına günahları sayarken
Gönül korkup titrer bir zaman
Yıldız bile yerinde duramayıp kayarken
Sorulur hesabı, biter emnü emân
Vakit, hesap vakti deyip hesabını sorarken
Elde kalır çaresiz bir nida; el-amân, el-amân…