İki Şehir İki Hikâye-2
Şeker Torbası hikâyesine bu sefer başka bir şehirden devam edeceğiz. Çek ile senedin kullanılmadığı dönemlerdir. Esnafın bankalarla işleri pek olmazdı. Onların sözü çekti, senetti. Torbalarla para götürülür ve getirilirdi. Öyle Zırhlı para nakil aracı da yoktu, silahlı güvenlik elemanları da.
Bu eski şehirde iflasın eşiğinde olan Muzaffer Usta’dan
bahsedeceğim. Muzaffer Usta bu kadim şehrin en eski baklavacılarındandı. Babası
ve kardeşleriyle başladığı baklavacılık işine daha sonra onlardan ayrılıp yeni
bir imalathane açarak devam etmişti. Fakat “git gel” işi rast gitmez, şeker
alamayacak duruma gelmişti. Daha önce gittiği birkaç toptancıdan vadeyle şeker
istemiş. Ama toptancılar, “peşin parayla çalışıyoruz” diyerek olumsuz cevap
vermişlerdi.
Usta, imalathanesini kapatmak üzereyken bir arkadaşı ona Şekerci
Mehmet Usta’nın kartını vermiş ve “Verse verse bu adam şekeri veresiye
verebilir.” Demişti. Muzaffer Usta, karta bakmış “ben galiba Mehmet Usta’yı
tanıyorum,” demiş, doğruca karttaki adrese gitmiş. Tahmini doğru çıkmış. Eski
dostu Mehmet Usta, toptancı olmuştu. Muzaffer Usta, biraz da mahcup bir
edayla “Kardeş, hakkını helal et. Bu mekânı
açtığını yeni duydum. Allah utandırmasın, demişti. Artık bütün şekerleri senden
alacağım.” Demişti. Ve çayını içip hemen Mehmet Usta’nın yanından ayrılmıştı.
Muzaffer Usta, ilk ziyarette bana yüz torba şekeri borca ver, diyememişti. Hem
samimiyeti azalır diye düşünmüştü.
İkinci gün Muzaffer Usta, şeker toptancısının yolunu tutmuş, ve az
sonra Mehmet Ustanın kapısında belirmişti. Çaylar içilmiş. Şekerci Mehmet Usta,
Muzaffer Usta’nın bir sıkıntısı olduğunu fark etmiş. “Buyur Muzaffer Usta, bir
derdin mi var.” Dediğinde Muzaffer Usta hemen söze girmiş. “Vallahi ustam durum
vahim, ben bugün yarın dükkânı kapatmak zorunda kalacağım. İşçilerin parası,
biriken şeker ve diğer malzemelerin parasını ödeyemiyorum. Kardeşlerim ve babam
da bana destek çıkmıyor. Önce Allah’a sonra sana sığındım. Ne olur bana yüz
torba şeker ver. Bu ay sonunu göreyim. Paranı gelip kendi elimle vereceğim.
Şekeri de istediğin fiyattan yazabilirsin. Kalem defter senin elinde,” demişti.
Muzaffer Usta’nın bu heyecanlı sözü karşısında irkilmişti Mehmet
Usta. Daha önce bir iki torba hariç hiç vadeli mal satmamıştı. Hele Muzaffer
Usta’nın “fiyatını sen yaz; kalem, defter senin elinde” demesi onu daha da
kaygılandırmıştı. Mehmet Usta, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık
misali kara kara düşünmeye başlamıştı. Şehrin en önemli baklavacısı zor durumda
ve ondan yüz torba şekeri veresiye istiyordu. Hani bir torba değil, iki torba
değil, dile kolay tam yüz torba şeker. Muzaffer Usta, yaş itibarıyla da biraz
büyüktü. Mehmet Usta, önce “ağabey ben bu kadar torbayı borca veremem.” Dediyse
de yakasını elinden kurtaramamıştı. Şehrin durumu, eve ekmek, tuz götüren
insanların durumu da Mehmet Ustanın gözü önüne gelmişti. Yine yokluk
vakitlerinde yardımına koşan isimsiz kahramanları hatırlayınca çaresiz kabul
etmişti. Bunda Muzaffer Usta’nın kibar konuşmaları, “vallahi, billahi cümle
kurmaları” da etkili olmuştu. Mehmet Usta, çok dindar, kuldan utanan Allah’tan
korkan birisiydi. Muzaffer Usta, bu durumu biliyor ve argümanını çok iyi
kullanmıştı.
Muzaffer Usta, yüz torba şekeri alırken “bu ayın sonunu görsem,
tamamdır.” Demişti. Bu ay sonunu görsem tünelin ucu görünecek, ışığı hep
beraber göreceğiz demişti. Ayın sonu geldi ama tünelin ucu görünmedi, ışık hiç
görünmedi. Aylar ayları, yıllar yılları
kovaladı. Ne Muzaffer Usta ne de aldığı şekerlerin parası geldi. Mehmet Usta, yüz
torba şekerimi alsam da olur, demişti. Şekerlerini de alamadı.
Baklavacı Muzaffer Usta öldü. Mehmet Usta, çaresiz onun cenaze
namazına da gitmişti. Cenazede imam “mevtaya hakkınızı helal ediyor musunuz,” demişti de o, sesini çıkaramamıştı. Ne
diyeydi. “Hakkım, helal u hoş olsun mu?” Diyeydi. Cenaze namazı sonrası bir kaç
esnaf arkadaşla taziyeye de gitmişti.
Mehmet Usta, bir süre sonra merhumun imalathanesine gidip orada
babası ile görüşmüştü. “Bak Hacı amca benim oğlunuzdan yüz torba şeker alacağım
vardı.” Demişti de olumlu bir cevap alamamıştı. Mehmet Usta da çareyi sabırda ve susmakta
bulmuştu. Bazen susmak, sesimizi duyurabilmek için başvurduğumuz son çareydi.
Borçlusunu ve onun borcunu ödemek istemeyenleri Allah’a havale ederek
mekânlarından ayrılmıştı. Mehmet Usta, dindar bir insandı. Eğer isteseydi kaba
kuvvetle, değnekli bir kaç yakınıyla gidip borcunu çoktan tahsil edebilirdi.
Bir iki hafta geçmiş bu sefer Muzaffer Usta’nın doksanlık babası,
Mehmet Ustanın yanına gelmiş. Mehmet Ustaya yirmi torba şeker verme teklifinde
bulunmuş. Karşılığında ise oğlu için helallik istemiş. Yıllarca yememiş içmemiş
beş kuruş para kazanmadığı malı için bu sefer manevi zarar talep edilmekte.
Malının beşte biri kendisine teklif edilmişti. Mehmet Usta bu teklifi yine
kabul etmez ve ona “Bakınız kıymetli
amcam, oğlunuzdan yüz torba şeker alacağımı biliyorsunuz ve ahiret inancınız da
var. Neden şimdi yirmi torba şeker vereyim diyorsunuz. On yıldır alacağımı
alamadım, verecekseniz yüz torba şekerimi verin, öylece helalleşelim.” demişti.
Hacı Amca da yüz torba şekeri vermeyeceğini
söyleyip mekândan ayrılmıştı. Yine Mehmet Usta’nın alacağı ruz-i mahşere kalır.
Bir Hadis-i Şerif’te “Ödememek niyetiyle borçlanan, Kıyamet’e hırsız olarak gelir.” Buyrulmuştur. Muzaffer Usta da borcunu ödemeden ölmüştür. Eğer o, yarın öleceğini bilseydi ve malı da vefasız mirasçıların eline geçeceğini bilseydi koşa koşa gidip borcunu verirdi. Hatta hayır hasenat da yapardı. Nitekim mirasçıları onun borcunu ödemek için ciddi bir çaba göstermemiş. Doksanlık babası kendince bir borcunun kısmını ödemek istemişti. Bütün bunlar bir yana Mehmet Usta’nın vakarlı duruşu bu eski şehirde kendinden sonraki nesle bir örnek teşkil etmiştir.