İki çul sahibi
Peygamber Efendimiz (a.s.) ve ona iman eden bir avuç Müslümanla
Mekke-i Mükerreme’de 13 sene boyunca çok sıkıntı çekmişlerdi.Boykota maruz
bırakılmışlar,fiili işkenceye varacak şekilde eziyete uğramışlar;neredeyse din
ve iman davasını Mekke şartlarında sürdüremez hale gelmişlerdi.Bunun üzerine
hicrete izin verilmiş; Peygamber Efendimiz (a.s.) da defalarca hicret için izin istemeye gelen
Hz Ebubekir’i bekletmiş en sonunda onunla birlikte hicret yolculuğuna
çıkmışlardı.
Hicret birkaçış
değil; Allah'ın rahmetine, Allah'ın dinini daha güzel yaşamaya bir gidiş, yeniden
bir dirilişti.
Efendimiz (a.s.) hicret ettikten sonra Mekke-i Mükerreme’de
kalan sahabilerden biri olan Abdullah el-Müzeni; hicret etmek üzere hazırlık
yapmış, Mekke'nin dışına doğru çıkmaya hazırlanırken Mekke müşrikleri
tarafından yakalanmış ve üzerinde yolculuk esnasında ihtiyaç duyabileceği ne
varsa (kıyafetleri dahil) hepsi alınmıştı.Eşyaları elinden alınmaklakalınmamış
Abdullah'ı istihfaf etmek, alay etmek, küçümsemek üzerebaşından aşağıya kalın
bir çuvalgeçirmişlerdi.
Abdullah'ın yiyeceğinin ve içeceğinin elinden alınması
aç ve susuz bırakılması, yolculuğa çıkma imkânlarının kalmaması onu hicretten engelleyememişti.
Onun Allah'a imanı, Hz. Peygamber (a.s.)’a olan bağlılığı, aşkı o kadar büyüktü
ki kalın kıllardan yapılmış olan çuvalıiki parçaya bölmüş birini beline sarmış
bir parçasını da omuzlarına almış öylece 400 küsür kilometrelik mesafeyi,
ayakları yarılmış, dudakları çatlamış, susuz, harap ve bitap düşmüş bir şekilde,
düşe kalka tamamlamıştı.İmanı ve aşkı onu Mekke'den Medine'ye götürmüştü.
Uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşan Abdullah
el-Müzeni’yigörenler hayrete düşüyordu. Abdullah el MüzeniMescid-i Nebevi’ye
yaklaştıkça ağzından şu sözler dökülüyordu:
“Ben geldim Ya Resulallah! İman ederek geldim, Allah’ı
bir, Muhammed’i O’nun Resulü tanıyarak geldim...”
Efendimiz (a.s.) onu görünce şöyle bir bakıverdi ki,
ayakları kan içerisinde. “Sen kimsin?” diye sordu .“Ben Abdullah bin Amr el Müzeni’yim”
dedi ve hikâyesini anlattı...
Efendimiz (a.s.)’ın gözleri nemlendi, yanağından
aşağıya yaşlar süzülüyordu. “Demek sen Abdullah’sın, senin adın bundan sonra
‘Zülbicâdeyn’ = “İki çul sahibi” olsun diyordu. Hayatının bundan sonraki
kısmında Abdullah ismi neredeyse unutulmuş, “iki çul sahibi” olarak
bilinmiştir. Sonra sahabeye dönerek, “Bu kardeşinizi giydirin! Allah size
rahmet etsin” buyurdular...
Abdullah el-Müzeni (Zülbicâdeyn) sevincinden uçuyordu.
Efendimiz (a.s.) ona isim takmıştı. Ne büyük şerefti.
Abdullah’ın hicret yolundaki fedakârlıkları böylelikle
yâd ediliyordu. Abdullah el-Müzeni ve Süheyber-Rumi gibifedakârlıklar göstererek
hicret edenler hakkında Bakara suresinde;
“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını
kazanmak için nefsini satar; kendisini feda eder” (Bakara, 207) ayeti kerimesi
inmişti.
Bizim de yaşamış olduğumuz hayatta bazen maddi
menfaatlerimizden, bazen statülerimizden sadece ve sadece Allah'ın rızasını
kazanmak için vazgeçmemiz gerekebilir.Vazgeçtiğimiz takdirde hiç şüphe duymadan
şuna inanmalıyız ki;
“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını
kazanmak için nefsinden geçer, kendisini feda eder” (Bakara, 207) ayeti
kerimesindekimuştuya bizdenail olacağız…
Aradan yıllar geçer…
Tebük seferi olur…
Tebuk; Şam civarındaki, Rum tehlikesini Efendimiz
aleyhisselatu vesselam haber alınca, o tarafa doğru sahabesine önceden haber
vermek suretiyle çıkmış olduğu seferin adıdır. “Zorluk Seferi” diye
isimlendirilir. Çünkü sıcak bir mevsimde gerçekleşmiş bugünkü yol şartlarıyla
760 kilometrelik mesafede bulunan bir yere gidilmiş, bu yolculuğa çıkarken
sahabenin bir kısmı imtihanı kaybetme riski ile karşı karşıya kalmıştı. Münafıkların
nifakı da açıkça ortaya dökülmüş;“Bu sıcakta sefere mi çıkılır?” diyenler olmuş,
“Beni fitneye düşürme, beni götürme” gibi başka başkabahaneler ileri sürenler
olmuştu. Allah (c.c.) daha sonra Tevbe suresinde indirdiği ayeti kerime ile
münafıkların nifaklarını yüzlerine vurmuştur ve bütün o dönemdeki müminlere ve
kıyamete kadar gelecek olan iman edenlere seslenerek şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda
seferber olun” denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip de
dünya hayatıyla yetinmeye razı mı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının sağladığı
fayda âhiretinkine göre pek azdır.” (Tevbe, 38)
Dünya-ahiret dengesini iyi ayarlamaları konusunda
Cenab-ı Hak uyarmıştı. İşte bu sefer esnasında düşmanla karşılaşılmamış, sıcak
savaş olmamıştı.Sıcak savaş olmamış ama hicretten sonra Zülbicâdeyndiye
adlandırılan Abdullah el Müzeni (r.a.) sıtma hastalığına yakalanmış ve vefat
etmişti.
Bundan sonrasını sahabe-i kiramın büyüklerinden
Abdullah b. Mes’ud'un dilinden dinleyelim.
“Akşamleyin Hz. Peygamber (a.s.) yanında Hz. Ebubekir
(r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere bir ceset taşıyorlardı.Dikkat ettim vefat
eden Zülbicâdeyn‘di. Fedakârlığı ile hicrette dillerde nam salan sahabilerden
bir tanesiydi.Götürdüler bir kenara mezarını kazdılar. Hz. Peygamber (a.s.),
Hz. Ebubekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) birlikte kazdı mezarını. Efendimiz
(a.s.) “Kardeşinizi bana veriniz” dedi.
“Efendimiz (a.s.), Abdullah'ın başında dualar etmeye başladı.
Onun için Allah'tan af ve mağfiret diledi. Duasının bir yerinde dedi ki ‘Allah'ım
ben bu Abdullah'tan razıyım.Sen de razı ol!’ Hz. Peygamber (a.s.) bu duayı
edince“keşke vefat eden Zülbicâdeyn’inyerinde ben olsaydım. Keşke Allah'ın Resulü
(a.s.)’ın “Allah'ım ben razıyım sen de
razı ol ya Rabbi!” diye dua ve şahitlik ettiği kimse ben olsaydım” diye çok
temenni ettim.”
Hayatı anlamlandırmak; Allah'ın rızasını kazanmak ile
mümkündür. Bütün her şeyimiz O’nun içindir.
Rabbimiz; “Benim namazım da benim ibadetlerim de benim
hayatımda benim ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir”(En’am, 162) dememizi
istiyor. Bu teslimiyeti göstermemizi istiyor bizden. Marifet “Allah onlardan
razı oldu, Onlar da Allah’tan razı oldu” (Beyyine, 8) sırrına mazhar
olabilmektir.
Allah'tan razı
olmamak mümkün mü?Allah müminlere öyle nimetler veriyor ki,öyle güzellikler
lütfediyor ki en sonunda cennete koyulduktan sonra müminlereşöyle sesleniyor:“Selamünaleyküm
ey cennet ehli! Ey cennette bulunan müminler selam olsun size, rahmet olsun
size, bereket olsun size…Razı mısınız, memnun musunuz?”
Marifet Allah’ın razı olduğu kullardan ve Allah'tan
razı olan kullardan olabilmektir. Allah'tan razı olmak demek öyle güzel bir
hayat yaşamak ki, yarın mahşer meydanında hesabı kolaylıkla verip cennete
girdikten sonra Allah'ın (c.c.)“Razı mısınız ey kullarım! Memnun musunuz?”
sorusuna “Nasıl razı olmayalım ya Rabbi! Bizi azabından kurtardın. Rahmetini
lütfettin.Bize rahmetinle muamele ettin.Bizi cehenneminden kurtardın, cennetini
nasip ettin.Nasıl razı olmayalım ya Rabbi!” diyenlerden olabilmektir.
Hayat, eğer bizi cennete götürüyorsa anlamlıdır. Eğer
Hz. Peygamber (a.s.) bizi gördüğünde hakkımızda:“Allah'ım ben bu kulundan
razıyım, sen de razı ol”şeklinde söyleyecek bir hayatımızvarsa anlamlıdır.Malımız,
mülkümüz, makamımız, mevkiimiz, şanımız, şerefimiz, şöhretimiz, itibarımız eğer
bizi cennete götürmeye hizmet etmiyorsa bir anlamı yoktur.
Rabbim; Abdullah el-Müzeni’nin hicretinden ve hayatından
hayatımıza dersler çıkarmak suretiyle; onun gibi fedakâr, onun gibi diğergam, O’nun
rızasını kazanmak için hiçbir engeli, hiçbir bahaneyi kabul etmeyen; onun gibi
Hz. Muhammed Mustafa (a.s.) ile beraber olmak için her türlü çileyi, zahmeti
göze alabilen kimselerden olabilmeyi nasip eylesin.
Unutmayalım ki “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse
işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar,
şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!”
(Nisâ, 69) buyuruyor Rabbimiz.
Akıbetimizin peygamberlerle sıddıklarla şehitlerle
salihlerle beraber olması niyazıyla Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi
üzerinize olsun.