İki büyük hatamız!
Gerek okuyan, yazan,
çizen kesim, gerekse toplumca yaptığımız iki büyük düşünsel hata var. Maalesef
bu hataya zaman zaman ülkenin entelektüel kesimi de düşüyor. Birincisi geçmişle
fazlaca övünmek ve geçmişe sürekli özlem duyarak yeniden diriltmeye çalışmak,
ikincisi ise ülkede olup biten bütün melanetlerden sürekli ülke içinden ve
dışından bazı mihrakları sorumlu tutmak. Birinci fikre göre “geçmişimiz büyük
kahramanlıklarla dolu, büyük bir medeniyet kurduk, büyük zaferlere imza attık.
Dolayısıyla geçmiş çok güzeldi, geçmiş bizim için dâima bir övgü vesilesidir. Atalarımız
üç kıtada at koşturdular büyük fetihler yaptılar, büyük hizmetler gördüler.”
Bunlar elbette yanlış bilgiler değil. Ancak sürekli geçmişe takılıp kalmaktan
sürekli geçmişin başarı ve zaferleriyle övünmekten bugüne ve geleceğe
bakamıyoruz. Geçmişteki başarı ve zaferlerin bizi bugün de diri kılacağını
düşünüyoruz. Oysaki geçmiş geçmişte kaldı, bugün bambaşka bir siyasal,
kültürel, sosyal atmosfer içinde yaşıyoruz. Milletçe bambaşka bir dünyanın
şartları içerisinde varlık mücadelesi veriyoruz. İkinci fikre göre ise ülkede
yaşayan bütün kötülüklerden masonik yapılar, gizli örgütler, istihbarat
yapılanmaları, yabancı ülke elçilikleri, üst akıl, dünyayı yöneten aileler,
bilderbergler ve listesini daha da uzatabileceğimiz sair yapılar sorumlular.
Bütün bu yapılar bütün işlerini güçlerini bıraktılar, dünyada bir tek gelişme
potansiyeli gösteren ülke Türkiye imişçesine
var güçleriyle Türkiye’nin üzerine çullanıyorlar! Türkiye ile yakından
ilgilendikleri doğru ama bütün enerjilerini Türkiye’ye sarf etmiyorlar. Ülkenin
üzerine karabulut gibi çöktükleri ve çullandıkları da doğru ama sadece Türkiye
üzerine oyun kurmuyorlar, sadece Türkiye’ye çullanmıyorlar. Dünyayı yönetmeye,
insanlığın kaderini tayin etmeye çalıştıkları da doğru ama hiçbir toplum kendi
rızası dışında bu oyunlara teslim olmuyor. Ayrıca bu güçlere gereğinden fazla
ehemmiyet veriyoruz, bu güçleri gereğinden fazla gözümüzde büyütüyoruz. Oysaki Türkiye’de
köklerini uzunca bir süreç içerisinde sağlamlaştırdıkları, örgütlü ve planlı
oldukları için etkililer, bizden daha zeki ve daha akıllı oldukları için değil!Sıradan
insanların bu mihraklara olağanüstü güç atfetmeleri, kocaman yalanlarla
süslenmiş şehir efsaneleri uydurmaları anlaşılabilir bir şey de ülkenin okuyan
yazan kesimi neden bu tuzağa düşüyor? Bazen gerçekten anlaşılamaz saflıkta
yazılara ve konuşmalara şahit oluyoruz. Ekonomi kötüye gidiyor, bunun sorumlusu
dış güçler, küresel finans baronları. Eğitim hayatımız yeteri kadar kaliteli, milli
ve gerçekçi değil, bunun sorumlusu ABD-Alman Vakıfları, medya dünyamız
istediğimiz ve beklediğimiz ahlaki standartlara sahip değil, bunun da yegâne
sorumlusu içimizdeki ve dışımızdaki süper güçlü masonik
yapılar! Sosyal hayatımız alt üst olmuş, aile kurumu günden güne çöküyor, bunun
da tek sorumlusu dış güçler, dış mihraklar! Tabii ki bütün bu olup bitende dış
ve iç çeşitli kirli ellerin payı var. Ama bu pay inanın abartıldığı kadar büyük
değil. Bu mihraklara gereğinden fazla güç atfettiğiniz zaman aslında bunlara
teslim olduğunuzu izhar etmiş oluyorsunuz! Bir anlamda bunları meşrulaştırmış
oluyorsunuz. Bu tuzağın farkında mıyız acaba? Bu güçler sadece varoluş
gerekçelerine uygun şekilde planlı ve programlı şekilde hareket ediyorlar.
Kendilerine fazladan atfedilen her ekstra güç süreç içerisinde olup biten
herşeydenbunların sorumlu olduğuna dair bir vehim üretmemizeyarıyor. Bu iki
yaklaşım kendimize şu soruyu sormamıza mâni olması bakımından oldukça zararlı
ve yanlış. “Bugün biz ne yapıyoruz?” Tamam, geçmişte atalarımız çok şey
yaptılar bize bir miras bıraktılar, bugün bunun üzerine biz ne ekleyebiliyoruz?
Geleceğe dair bir kaygımız bir tasarımız, planımız var mı? Eğer birtakım
alanlarda bugün kötü durumdaysak bunun tek sorumlusu bu mihraklar mı? Mesela
devlet ve siyaset ricalinin bu alanlardaki sorumlukları neler? Biz, toplum ve
bu toplumu oluşturan fertler olarak daha iyi bir gelecek için üzerimize düşen
vazifeleri yerine getiriyor muyuz? Esas kritik sorular bunlar değil midir?
Mesela ülkenin yönetiminde söz sahibi olanların ülkede yaşanan olumsuzluklarda
hiç mi payı yok? Ya da ticaret adamlarımızın, eğitimcilerimizin, din
adamlarımızın, sivil toplum kuruluşlarının, kanaat önderlerinin hatta aile
babalarının yolunda gitmeyen işler bakımından hiç mi sorumluluğu yok? İşte bu
sorular sorulmadığı zaman bir kısır döngüyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu
soruları sormadığımız için siyasi popülizmle geçmişe öykünme arasında bocalayıp
duruyoruz. Meselenin yanlış anlaşılmaması için şu kaydı düşmekte de yarar
görüyorum. Bu kirli ellerin oyunlarını, gerçek niyetlerini deşifre etmek,
toplumla paylaşmak tabii ki elzemdir. Buna hiçbir itirazım yok. Devlet ve
siyaset katını, toplumu ve bireyleri ilgilendiren her konuda aklı başında
insanların uyandırma servisi olarak hizmet görmeleri gayet normal ve gerekli.
Ama üzerinde tekrar tekrar düşünmemiz gereken en kritik soru: “Biz ne
yapıyoruz?” Bizim bir çabamız var mı? Bizim bir planımız, projemiz var mı?