Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
25 May 2022

İki büyük hatamız!

Gerek okuyan, yazan, çizen kesim, gerekse toplumca yaptığımız iki büyük düşünsel hata var. Maalesef bu hataya zaman zaman ülkenin entelektüel kesimi de düşüyor. Birincisi geçmişle fazlaca övünmek ve geçmişe sürekli özlem duyarak yeniden diriltmeye çalışmak, ikincisi ise ülkede olup biten bütün melanetlerden sürekli ülke içinden ve dışından bazı mihrakları sorumlu tutmak. Birinci fikre göre “geçmişimiz büyük kahramanlıklarla dolu, büyük bir medeniyet kurduk, büyük zaferlere imza attık. Dolayısıyla geçmiş çok güzeldi, geçmiş bizim için dâima bir övgü vesilesidir. Atalarımız üç kıtada at koşturdular büyük fetihler yaptılar, büyük hizmetler gördüler.” Bunlar elbette yanlış bilgiler değil. Ancak sürekli geçmişe takılıp kalmaktan sürekli geçmişin başarı ve zaferleriyle övünmekten bugüne ve geleceğe bakamıyoruz. Geçmişteki başarı ve zaferlerin bizi bugün de diri kılacağını düşünüyoruz. Oysaki geçmiş geçmişte kaldı, bugün bambaşka bir siyasal, kültürel, sosyal atmosfer içinde yaşıyoruz. Milletçe bambaşka bir dünyanın şartları içerisinde varlık mücadelesi veriyoruz. İkinci fikre göre ise ülkede yaşayan bütün kötülüklerden masonik yapılar, gizli örgütler, istihbarat yapılanmaları, yabancı ülke elçilikleri, üst akıl, dünyayı yöneten aileler, bilderbergler ve listesini daha da uzatabileceğimiz sair yapılar sorumlular. Bütün bu yapılar bütün işlerini güçlerini bıraktılar, dünyada bir tek gelişme potansiyeli gösteren ülke Türkiye imişçesine var güçleriyle Türkiye’nin üzerine çullanıyorlar! Türkiye ile yakından ilgilendikleri doğru ama bütün enerjilerini Türkiye’ye sarf etmiyorlar. Ülkenin üzerine karabulut gibi çöktükleri ve çullandıkları da doğru ama sadece Türkiye üzerine oyun kurmuyorlar, sadece Türkiye’ye çullanmıyorlar. Dünyayı yönetmeye, insanlığın kaderini tayin etmeye çalıştıkları da doğru ama hiçbir toplum kendi rızası dışında bu oyunlara teslim olmuyor. Ayrıca bu güçlere gereğinden fazla ehemmiyet veriyoruz, bu güçleri gereğinden fazla gözümüzde büyütüyoruz. Oysaki Türkiye’de köklerini uzunca bir süreç içerisinde sağlamlaştırdıkları, örgütlü ve planlı oldukları için etkililer, bizden daha zeki ve daha akıllı oldukları için değil!Sıradan insanların bu mihraklara olağanüstü güç atfetmeleri, kocaman yalanlarla süslenmiş şehir efsaneleri uydurmaları anlaşılabilir bir şey de ülkenin okuyan yazan kesimi neden bu tuzağa düşüyor? Bazen gerçekten anlaşılamaz saflıkta yazılara ve konuşmalara şahit oluyoruz. Ekonomi kötüye gidiyor, bunun sorumlusu dış güçler, küresel finans baronları. Eğitim hayatımız yeteri kadar kaliteli, milli ve gerçekçi değil, bunun sorumlusu ABD-Alman Vakıfları, medya dünyamız istediğimiz ve beklediğimiz ahlaki standartlara sahip değil, bunun da yegâne sorumlusu içimizdeki ve dışımızdaki süper güçlü masonik yapılar! Sosyal hayatımız alt üst olmuş, aile kurumu günden güne çöküyor, bunun da tek sorumlusu dış güçler, dış mihraklar! Tabii ki bütün bu olup bitende dış ve iç çeşitli kirli ellerin payı var. Ama bu pay inanın abartıldığı kadar büyük değil. Bu mihraklara gereğinden fazla güç atfettiğiniz zaman aslında bunlara teslim olduğunuzu izhar etmiş oluyorsunuz! Bir anlamda bunları meşrulaştırmış oluyorsunuz. Bu tuzağın farkında mıyız acaba? Bu güçler sadece varoluş gerekçelerine uygun şekilde planlı ve programlı şekilde hareket ediyorlar. Kendilerine fazladan atfedilen her ekstra güç süreç içerisinde olup biten herşeydenbunların sorumlu olduğuna dair bir vehim üretmemizeyarıyor. Bu iki yaklaşım kendimize şu soruyu sormamıza mâni olması bakımından oldukça zararlı ve yanlış. “Bugün biz ne yapıyoruz?” Tamam, geçmişte atalarımız çok şey yaptılar bize bir miras bıraktılar, bugün bunun üzerine biz ne ekleyebiliyoruz? Geleceğe dair bir kaygımız bir tasarımız, planımız var mı? Eğer birtakım alanlarda bugün kötü durumdaysak bunun tek sorumlusu bu mihraklar mı? Mesela devlet ve siyaset ricalinin bu alanlardaki sorumlukları neler? Biz, toplum ve bu toplumu oluşturan fertler olarak daha iyi bir gelecek için üzerimize düşen vazifeleri yerine getiriyor muyuz? Esas kritik sorular bunlar değil midir? Mesela ülkenin yönetiminde söz sahibi olanların ülkede yaşanan olumsuzluklarda hiç mi payı yok? Ya da ticaret adamlarımızın, eğitimcilerimizin, din adamlarımızın, sivil toplum kuruluşlarının, kanaat önderlerinin hatta aile babalarının yolunda gitmeyen işler bakımından hiç mi sorumluluğu yok? İşte bu sorular sorulmadığı zaman bir kısır döngüyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu soruları sormadığımız için siyasi popülizmle geçmişe öykünme arasında bocalayıp duruyoruz. Meselenin yanlış anlaşılmaması için şu kaydı düşmekte de yarar görüyorum. Bu kirli ellerin oyunlarını, gerçek niyetlerini deşifre etmek, toplumla paylaşmak tabii ki elzemdir. Buna hiçbir itirazım yok. Devlet ve siyaset katını, toplumu ve bireyleri ilgilendiren her konuda aklı başında insanların uyandırma servisi olarak hizmet görmeleri gayet normal ve gerekli. Ama üzerinde tekrar tekrar düşünmemiz gereken en kritik soru: “Biz ne yapıyoruz?” Bizim bir çabamız var mı? Bizim bir planımız, projemiz var mı?