İkame kültürü
İnsanlığın bugün geldiği noktada gerek geliştirdiği
teknoloji, gerekse yeni yaşam biçimleri bir yandan kolaylıklar getirmekle
birlikte, insanlık üzerinde ciddi maliyetleri de var. Bu maliyetler sadece
maddi anlamda değil, insanın değişimi ve hayata bakışından dünya ile irtibatına
kadar manevi maliyetler de oluşturuyor.
Nihayetinde her seçimin bir bedeli vardır. İnsanlık bu
maliyetleri ödemeyi göze aldığında, böyle bir hayatın içinde yaşar. Fakat
özellikle insanı başkalaştırmak gibi faturalarla karşımıza çıkan maliyetler,
ödemeyi göze alsak bile ortada bir müddet sonra “bios” sınırları dışında bir
varlık bırakmadığından bizzat “insan” denilen varlığın ortodoksisine hasar
vermeye başlıyor.
Bunun temel sebebi her alanda insan ve onu kuşatan her şey
arasında aracısız olması gereken ilişkilerin artık, sade ve direkt kurulamaz
hale gelmesidir. Söz gelimi; ekonomik anlamda gerçek değeri olan altın paralar,
neticede itibari bir değere sahip olmayıp üzerinde herhangi bir rakam yazmasa
da kıymetini kaybetmezler. Ancak piyasaya gerçek para yerine itibari paraların
sürülmesiyle bir “aracı” devreye girmiştir. Hatta artık günümüzde paralar da
bonolar, diğer kıymetli kağıtlara yerini bıraktığından, bu aracıların
çoğaldığını bile söyleyebiliriz. Nihayetinde egemen bir gücün ya da bir ülkenin
gücünden dolayı “kıymet” atfettiği bir şey gerçeğin yerine ikame
olabilmektedir.
Benzer bir durum insan-insan ilişkisinde de gözlemlenebilir.
Nihayetinde aslolan iki insanın yüzyüze görüşmesi, muhabbet etmesi ve bu
bağlamda en temel “ünsiyet” kurma ilişkisini gerçekleştirmesidir. Pandemi
sebebiyle tüm bunların ne kadar büyük bir nimet olduğunun daha iyi anlaşılmış
olacağını ümit etmek isterim. Fakat komşu, akrabalık vb. ilişki ağlarının
çökmesi ile darbe yiyen direkt insan-insan ilişkileri uygarlığın geliştirdiği
sanal mekanizmalarla artık dolayımlanmış durumda. Bir başka deyişle,
geliştirilen bu mekanizmalar insanı kendi içinde kapalı monadlara çevirerek,
ona yegane pencere olarak “sanal”lığı açmış görünmektedirler.
Pandemi sürecinde sanal ilişkileri, başka yol olmadığı için
makul kabul etmekle birlikte pandemiden bağımsız olarak zaten sosyalliklerin
vicahiden sanallığa doğru günbe gün evrildiğini hepimiz görmekte ve tecrübe
etmekteyiz. Çevrenize şayet dikkatlice bakarsanız, özellikle yeni yetişen
gençlerin sosyallik biçimlerinin kendi odalarının dışına taşmadığını da
rahatlıkla müşahede edersiniz. Ben sanal dünyadakiler dışında birçok gencin
yegane gerçek sosyalitesinin karşıdaki bakkala giderek içecek almak olduğunu
gözlemlemekteyim.
İnsan ve tabiat ilişkisi de benzer sorunlardan epey payını
almış görünmektedir. Teknoloji, şehirleşme ve metropolleşme büyük oranda tabii
hayatın önünü tıkamıştır. Tüm dünyada genel olarak metropolleşmenin hala devam
ettiği ve yüksek oranlarda olduğu düşünüldüğünde, insan ve tabiat (çevre)
arasında giren katmanları daha çok gözümüzün önüne getirmektedir. Her şeyden
önce tabiat ciddi anlamda tahrip olmaya devam etmektedir. Betonlaşma, tabiatla
ilişkiyi de seyirlik ve dikey bir düzleme taşımıştır; yani insanın içine
girebileceği değil, uzaktan seyredeceği bir tabiat. Üstelik de tabiata yer vermek
mecburiyetini bu kadar yerine getiriyoruz dercesine eğreti duruyor şehrin
ortasında. Diğer yandan bugün tabiatla buluşmak fazladan zamanları, merasimleri
ve yolculukları gerektiriyor.
İnsanla onu kuşatan çevresi arasında geliştirilen bu ikame
kültürü, aracılardan gerçeğin görünmesini engelliyor. Öyle ki, kimileri insanın
Tanrı ile ilişkisinde bile “aracı”ları devreye sokuyorlar.