Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Mart 2022

İhtiyaç üzerine tarihe yöneldim

Mehmet Nuri Yardım

Burak Yayınları ve Çatı Kitapları’nın kurucusu Nazım Tektaş, yayıncılığını, yazarlığını ve dostluk kurduğu şair ve yazarları anlatıyor.

1945 Yozgat’a bağlı Sarıkaya ilçesi Karayakup köyünde doğan Nâzım Tektaş, terzilikten yayıncılığa geçmiş ve önemli kitapları yayımlamış idealist bir naşir. 1970’li yıllarda Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’nda Burak Yayınları’nı ve kitabevini kurdu. Oğulları Oğuz ve Turan ile birlikte uzun yıllar yayıncılık yaptı. Birçok gazete ve dergide edebî çalışmaları yayımlanan Tektaş, şiirlerini Vurgunum kitabında topladı. Yayımlanan eserleri arasında Osmanlı I - Çadırdan Saraya, Osmanlı II - Saraydan Sürgüne, Osmanlı Devleti’nde Kardeş Katli - Gün Görmeyen Şehzadeler, Sadrazamlar da bulunuyor. Şimdi sadece kendi kitaplarını kaleme alan yayıncı, şair, yazar ve tarih araştırmacısı Nâzım Tektaş ile yayın dünyamızı merkeze alan bir mülakat yaptık. Nâzım Bey, yayıncılık yaparken yakından tanıdığı şair ve yazarlarla alakalı hatıralarını da anlattı. Suallerimiz ve aldığımız cevaplar şöyle:

İstanbul’a ilk olarak ne zaman geldiniz? Önce hangi mesleği icra ettiniz. Ben terzilik mesleğini yaptığınızı duymuştum, doğru mu? Bu mesleği hangi semtte icra ediyordunuz? Mesleğinizi yaparken edebiyatla ilginiz sürdü mü? Bu meslekten yayıncılığa geçişi nasıl oldu? Burak Yayınları 1970’li yılların sonunda hem Beyaz Saray Çarşısı’nın hem de Türkiye’nin sayılı yayınevlerinden birisiydi. Sanırım düzenli ziyaretçileriniz arasında kadim dostunuz merhum şairimiz Dilâver Cebeci de vardı. Başka kimler gelirdi kitabevine? Neler konuşurdunuz? Biraz o günlerden bahseder misiniz?

Gezmek için ve misafireten sayılmazsa; İstanbul’a 1970 Ramazan ayının ortasında geldim ve yerleştim. Bahçelievler’de, zikredilen mesleği icra ederken, her fırsatta kitapçıları dolaşırdım. Hisar Yayınevi sahibi arkadaşım Mevlit Karaca’nın teşvikiyle (Onun sayesinde denebilir) Beyazsaray’da, yayıncılık deryasına (balıklama) daldım. Dilâver Cebeci’den başka pek çok arkadaşım, dostum, ahbabım gelirdi. Anılacak isimlerin seçimi zor, tamamını sıralamak imkânsız. En fazla görüştüklerimizden aklıma ilk gelenler sıralamasına, sonradan meşhur olmuş o zamanın gençleri dâhil edilmeyecek. Enis Öksüz daha sık olmak üzere Ahmet Arvasi Hoca, Mustafa Erkal, Fikret Gezgin, İsmail Yakıt, Orhan Türkdoğan, Ali Murat Daryal, Ergun Göze, Yümni Sezen ve tabii başkaları sohbet için gelirdiler. Seyyid Ahmet Arvasi için özel bir bölüm açmak icap eder; lâkin onu da buraya sıkıştıracağım.

Ahmet Arvasi’ye Hayranlığım

Ahmet Arvasi_f6d818c80895f839a2199451ff7f7a28.jpg

Arvasi Bey’i yazdıklarıyla tanıyıp, hayranı olmuştum. 12 Eylül darbesiyle hapse düşmüştü; serbest kalışından sonra görüşüp, tanışmamız nasip oldu. İkimiz de birbirimizi arıyormuş ve tesadüfen bulmuşuz gibi olduk. (Benim duygularım böyle) Birkaç defa geldi, daha çok onun konuştuğu sohbetlerimizle birbirimize adamakıllı ısındık. Arvasi Hoca geldiğinde etrafımız kalabalıklaşır, baş başa kalmamız zorlaşırdı. İş, yazar-naşir ilişkisine dönene kadar samimiyetimiz arttı ve onun ziyareti sıklaştı. Dikkatimi çeken bir hususiyeti vardı Arvasi Bey’in: Üzerine geldiği konu kafasına yatmıyorsa, herkesi memnun edecek bir usulle istediği yere çeker, tadını çıkarırcasına anlatırdı. Sohbetin farklı bir mecrada seyrediyor olması kimseye, “Nereden nereye geldik.” dedirtmez hatta “İyi ki buraya geldik.” bile dedirtirdi. Bu hususta yanıldığımı sanmıyorum:

Arvasi Bey’le münasebetini kurmak için, Taha Akyol’u da misafirimiz edeceğiz; ama kısacık: Tercüman Genel yayın Müdürü iken gazetede yazıyor, ilgiyle takip ediliyordu. Bir gün Arvasi Bey, Taha Bey’le mahpushane arkadaşı olduklarını, soğuk bir gecede, üşümesin diye paltosunu onun üzerine örttüğünü ve ertesi güne kendisinin hasta çıktığını söylemişti. Muhabbet esnasında Arvasi Hoca’nın neler dediği aklımda kalmamış, fakat kendi sözüm-tespitim- aklımda: “Dolu bir insan, lâkin kendisini Mümtaz Turhan yerine kaymak için acele ediyor!” Galiba yanılmışım.

Taha Akyol_0679f22127b677fc0b5eeb4854cf2938.jpg

İlerleyen zamanda, bir kitabını bastırmamız konusunu telefonla görüşüp anlaştık, sonra gazeteye gittim, sohbette kırk yıllık dost gibiydik. Beyazsaray’a hiç gelmeyen Taha Akyol ile birkaç buluşmamız oldu lâkin benim sayemde yahut gayretimle. Yine telefonla, bir başka kitabına talip olduğumu bildirdim; tereddütsüz, “Kitap senin,” dedi. Onun hususiyeti hakkında söylenebilecek çok şey olabilir, ben bir şey diyeceğim: Taha Akyol herhangi bir konuya, hak ettiğinden fazla kelime harcamaz.

Dilaver Cebeci_071380c9b83a1b09fd6cd10d794471f5.jpg

Dilâver Cebeci’nin Sıcaklığı

Dilâver Cebeci’yle ortak noktamız çoktu. Ben onu 1970 öncesi Ankara’da tanımıştım; 1980 sonrası İstanbul’da tanıştık. Bana öyle gelirdi ki, Dilâver Cebeci kelimeleri hazırlayıp manalı bir cümle hâline getirmeye çalışmaz, yüreğinde hazır duranları, olduğu gibi telâffuz ederdi. Belki böyle içten oluşu sebebiyle dedikleri ve yazdıkları içimizi ısıtırdı.

Onun şiirleri ekseri serbest vezinliydi benimkiler hece vezninde. Yazdıklarımı beğenmediğini söylemedi, fakat ısrarla serbest yazmamı tavsiye ediyordu. Ben, “Başka türlü yazamam.” dedikçe, o diyordu ki “Daha güzel yazarsın.” Meseleyi ilerilere taşıyan Dilâver Bey, mutlaka serbesti denememi ve kendisinin görmek istediği direktifini verdi. Bir gün, karar verdim. Konuyla ilgili iki şiirim var; biri kendi stilimde diğeri onun; sanıyorum, ilk yarı serbest şiirimi kendisi için yazmıştım; muhtemelen ondan sonra, ilk kıtasını aşağıya alacağım şiiri yazdım. Epey uzunca şiirin tamamını buraya taşımaya lüzum yok:

Ulu dost ‘yaz görem’ dedi,

Günlerce hep karaladım

İçinde bir şey var diye,

Yüreğimi paraladım

Dilâver Cebeci’nin, birçok sevdiği-saydığı kişi için yazdığı şiirleri bilirim; kendisine-hayatta iken yazanı hatırlamıyorum: Bu adam başkaları tarafından anlatılacak o kadar fazla şeye sahip olduğu hâlde, niçin kimsenin aklına gelmiyor? İşte böyle düşünüp, yazdım. Şiirden sonraki ilk gelişinde okuduk, beklediğimden fazla sevdi, memnun oldu; bir kopyasını alıp gitti. Tekrar görüşmemizde, aklımda kalan iki şey söyledi; iznim olursa bir dergide yayınlatacakmış! Tabii ki benim için memnuniyet vericiydi. Söylediğinin diğeri, duyduğum en harika havadislerden biri sayılır: İsimsiz, çok önemli, çok büyük bir şair şiiri okumuş, demiş ki: “Böyle bir şiir yazılamaz!” Sağ olsun, hayli abartmış, ama pek sevindim.

Ayhan İnal_2f9f76af4b526ece19c24f97f10c1a8c.jpg

Ayhan İnal İle Karşılaşmam

Çemberlitaş yakınında, Dostlukyurda Sokağı’ndaki yayınevimize giderken, Kubbealtı’nın yanından geçiyorum. Birden, şair Ayhan İnal ile karşılaştık; ben onu tanıyorum, o tanıyor olsa da hatırlamadı. Selâm verip, gerekeni söyledim. “Yahu. Mehmet Nuri Yardım’ı alıp, seni ziyarete gelecektim.” dedi. “Hayırdır inşallah, buyurun, beklerim.” dedim. Dilâver Bey’in, şiirimi göklere çıkardığını bildirdiği büyük şair, karşımdaki zat imiş: Yazılana beslediği sevgi nasıl bir şeyse, onun için, yazana teşekkür etme ihtiyacı duymuş. İyi bir reklam yaptığımı sanıyorum, fakat kastımın bu olmadığı aşikâr. Şunu ilave edeyim, gerçekten Dilâver Cebeci’yi iyi tasvir ettiğine inandığım o şiiri ben de o çok beğenirim. Bu şiir, şiir ustasının bir mısra bile yazamadığı zamana ait olması itibariyle anlamlıdır. Yazanı, okuyanı, dinleyeni duygulandıran bu şiir, geçirdiği kaza sonucu hafıza ihanetine uğramış, şiirden koparılmış bir şairi anlatıyor, belki de acı güzelliğini arttıran bu tarafıydı.

Mehmet niyazi_bfdefee447c0f68773387d4b774594cb.jpeg

Mehmed Niyazi İle Tanışmam

Birkaç yıl önce ebedî âleme göç eden romancı mütefekkir yazarımız Mehmed Niyazi Bey yakın dostlarınızdandı değil mi?

Mehmed Niyazi adını, gençlik yıllarımda okuduğum, Millet ve Milliyetçilik kitabının yazarı olarak hafızama kazımıştım. Soyadının çok kullanılan isimlerden olması, önceki asrın insanı olduğu zannı vermişti. Çok yıllar geçti; Burak Yayınevi’nde Muhiddin Nalbantoğlu ile sohbet ediyoruz. Vitrine bakan, uzun boylu, incecik bir adam Muhiddin Bey’i heyecanlandırdı; tanımadığım şahsı, hemen adıyla hitap ederek, içeri çağırdı.

Tarihî zannettiğim, benden üç yaş büyük Mehmed Niyazi Bey ile o gün, tanışmanın mutluluğuna erdim. Nasıl kaynaştığımızı bilmiyorum; sonraki yıllara bakınca diyebilirim ki; farkında olmadan ikimiz de birbirimizi arıyormuşuz!

Mehmed Niyazi Bey, kısa zaman içinde, Burak Yayınevi müdavimlerinden oldu. Bu müdavimliği kolaylaştıran ve belki de zaruri kılan bazı sebeplerden bahsedeyim: Meşrep olarak uyuşuyoruz; oturduğu yer itibariyle, en rahat uğrayabilip, rahat edeceği yer benim yanımdı. Beyaz Saray Hatıraları kitabımda anlatılanlar buraya alınmayıp, tekrardan hoşlanmayışıma feda edilecek.

Ötüken Neşriyat’ın kurucularından olan Mehmed Niyazi Özdemir Burak Yayınevi’nde bulunduğu vakitlerde dükkânımız daha kalabalık olurdu. Sonra işler değişti. Mehmed Niyazi ile aramıza deniz girdi. O, yazdığı gazetede,” Münzevi Hizmet Eri” başlığı altında kitaplarımdan ve şahsımdan bahsetti; ben onu bir defa Üsküdar’da çalıştığı kütüphanede ziyaret ettim; son olarak Karamürsel’den, cenazesine gitmiştim. Tabii Mehmed Niyazi deyince Hilmi Oflaz’ı rahmetle anmamak mümkün değil. İkisi de birbirini çok seven dostlardı. İkisine de rahmet diliyorum.

Kitabın daha çok revaçta olduğu yıllardı zannediyorum. Bazı yayıncılar neredeyse kitap yetiştiremiyordu okuyuculara. Anadolu’ya devamlı olarak kitap gönderiliyordu. Kitabevlerinden talep geliyordu yayıncılara. O hareketli dönemden söz eder misiniz? Yayıncılık nasıldı o zamanlar? Kurucusu olduğunuz Burak Yayınevi’nde şiir kitabınız çıktı. Yıllar sonra tarihe yöneldiniz. Biraz bu eserlerden bahseder misiniz? Şiir kitabınıza ilgi nasıldı, tarih kitaplarına nasıl oldu? Bir mukayese yapabilir misiniz?

Sorunun doğru cevabı, benim sahneye çıkışım hasat mevsiminden sonradır. Yayıncılığa başladığımda 12 Eylül krizi harlı, büyük bir kısmıyla insanlar kitaplarını imha etmekle meşguldü. Bilhassa benim hitap edeceğim camia, şiddetli depremde en ağır hasara uğramış bir beldeden farksızdı. Esas itibariyle, benim acemiliğim ve ticari açıdan talihsiz bir zamanda meydana atılışım macera sayılabilir.

Bütün olumsuz şartlara rağmen, her adımdan sonrası daha ferahlatıcıydı. Dinî kitaplar, yayıncısına fazla sıkıntı yaşatmamış, tarafsız kültür yayıncılığı da ölümcül yara almamıştı o dönemde. Birkaç sene sonra, biz de kendimize bir yol açabildik çok şükür. Oğullarım Oğuz ve Turan işe karıştığında kervan düzülmüş, menzil görülmüştü.

Şiir kitabından para kazanmak yaşadığımız asırda birkaç kişiye nasip olmuştur. Şahsım, içten içe meşhur bir şair olma arzusu taşır, lâkin pek de inanamazdım. İnsanın beklentisi ne kadar küçükse, kavuştuğu o kadar büyük oluyor. Birkaç gazetede duyurulan şiir kitabım, okuyucu buldu. Kasetlere okuyup, televizyon kanallarında, radyolarda okuyanlar oldu; bu da benim için yeter. Büyük şair namı bırakamamış olabilirim belki, kötü namım olmadığını bilmekle avunuyorum.

Tarih Heveslisiydim

Tarih, heveslisi olduğum, epeyce okuduğum, az çok bir şeyler öğrendiğim, ama yazmayı aklımın ucundan geçirmediğim bir sahaydı. Kitap almaya gelenlerin ihtiyacına cevap verebilme gayretine düştüm. Özellikle gençler, okuyabilecekleri evsafı haiz tarih kitabı bulamıyorlar. Kalabalık ciltler var, fakat her yönüyle ağır olduğundan, kolay faydalanılacak gibi değil. Yazabilecek epeyce hocadan rica ile istedim; kimse, kısa bir Osmanlı tarihi yazmaya yanaşmadı. Bir kişi, hazır kitabı olduğunu, beğenirsen yayınlayabileceğimi söyledi. Bir torba dolusu, yazılı kâğıdı alıp eve götürdüm, başladım üzerinde çalışmaya. Olmadı, sebebini anlatmayacağım, hikâyesi uzun.

Oğuz ısrarla beni teşvik ediyor, Turan ağabeyini destekliyor, beni bana sevdirip, yazabileceğime inandırıyorlar ve işe başlıyorum. Planlandığı zamanda neşredilen kitap iyi karşılanıyor, ilgi görüp, methiyeler alıyor: “Marifet iltifata tabidir.” denir ya, bir miktar iltifatla topladığım cesaret beni, mancınıkta taşmışım gibi ötelere fırlattı.

Beyaz Saray’dan sonra Vezneciler’de Yümni İş Merkezi’nde, oradan Cağaloğlu’na, sonra da Piyerloti semtine geçtiniz. Biraz da o senelerden bahseder misiniz? Burak Yayınları hâlâ devam ediyor mu, yoksa devrettiniz mi? Son durumunu merak ediyoruz.

Zaman içinde devamlı, okur ihtiyacını gözeterek birçok kitap yazdım. Yazı hayatı, iş hayatımı olumsuz etkilemekteydi. Bütün sakinleriyle beraber, mecburi olarak Beyazaray’dan ayrılıp, Lâlelideki Yümni İş Merkezi’ne, bir sene kadar sonra da, oğullarımın arzusu üzerine, Ankara Caddesi’nde, Vilayet’in altındaki yere taşındık. Yer değişimleri Burak Yayınevi’ni aksi yönde etkiledi. Cağaloğlu bize, biz de oraya uyamadık. Komşularımızdan sadece Toker Yayınevi sahibi Yalçın Toker’le birkaç defa görüşebildik; başka kimseyle tanışamadım. Fazla kalmamızı gerektiren sebep olmadığı, biraz da dükkân sahibimizi memnun edemediğimiz için, Piyerloti’ye geçtik. Daha evvel, Oğuz’la Turan’ın sahibi oldukları Çatı Yayınları, son adresimizde işe tamamen hâkim oldu. Bütün yayınlarımız, Çatı adına neşrediliyor, ben dükkâna devamlı gelmiyordum, sonunda Burak Yayınevi’ni, gizli ve sessiz bir merasimle defnettik!

30 Cilt Kitabım Yayına Hazır

Yayıncılığı bıraktıktan sonra kitaplarınızı başka bir yayınevine verdiniz. Şu anda kitaplarınız hangi yayınevinde neşredilecek?

Yayıncılığı oğullarım devam ettirirken, kendi kitaplarımın bir başkası tarafından basılıp dağıtılıp, bana telif ödenmesini tercih etmiştik. İstediğim oldu; giderilmesi hiç de zor olmayan küçük bir pürüzü, benim kaprisim ile karşımdakinin naz çekmeme arzusuna çarpınca, karşılıklı anlaşmayla münasebetimiz sonlandırıldı. Kitaplarım için başka talipler çıktı, görüşmeler hatta sözlü anlaşmalar yapıldı, fakat tarafımca anlaşılmayan bir sebeple sonuç alamadık. Bu hususun fazla irdelenmesinde fayda görmüyor, belki de nasibimiz bu kadarmış deyip, şimdilik susmayı yeğliyorum. Daha evvel basılan, aşağı yukarı satışta hiç birinin kalmadığı 20 cildin dışında, baskıya hazır 10 adet kitabım var. Kısmetse basılır, değilse modamız geçmiş der, otururuz:

Bütün dünyada yaygın olan, Türkiye’yi de etkileyen bir salgın yaşadık, hâlen yaşıyoruz. Kovid-19 veya yaygın tabirle koronavirüs. Bu dönem içinde yayıncılık bilhassa kültür yayıncılığı nasıl etkilendi, genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Malum, yayın hayatının uzağındayım, bildiğim, duyduğumdan ibaret. Bilhassa, kâğıt fabrikalarımızın kaybedilmesiyle yaşanan sıkıntı, dünyayı etkileyen salgınla had safhaya ulaşmıştır; edindiğim ortak kanaat bu.

Basılmış eserlerinizin dışında şu anda üstünde çalıştığınız hangi dosyalar var, önümüzdeki dönemde inşallah hangi eserlerinizi okuyacağız?

Değişik tarihlerde, farklı kişilerden teklifler aldım; sonu gelmedi. Boş duramadığım için bile, bir gün işe yarar diye yazdım; yazdıklarım yatıyor, ben uyuyorum. Fuzuli’nin dediği gibi:

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı