İhtişam ve Zarafet
Hat sanatının ilk örneği ile çocukken karşılaşmıştım. Hattat Abdülhalim Özyazıcı'nın nefis bir sülüs besmelesini, tıraş olduğum Merhem amcanın o küçük ve sevimli dükkanında görmüş, hayran kalmıştım. Hayat mecmuasının verdiği bir eserdi. Anadolu'da bir çok esnafın yaptığı gibi berberimiz de onu çerçeveletmiş ve dükkanına asmıştı. Tezhip sanatı ile ilk tanışmam ise, 6-7 yaşlarında Kur'an kursuna gittiğim sıralarda oldu. Kur'an'ı Kerim'in kenarlarını süsleyen o tezhip örneklerini çok sevmiştim. Ebru ile de aynı dönemde tanıştık. Çünkü matbaa baskılı ebru, mukaddes kitabımızın iç cilt kapaklarını süslüyordu. O zamanlar ebru duvara resim gibi asılmıyordu. Çini ve nakış sanatlarını görebilmem için, biraz daha büyüyüp Selçuklu eseri Ulu Cami'ye gitmem gerekecekti. Minarenin ana gövdesini mavi renkli çiniler kaplıyor, cami kubbelerinin içini ise göz alıcı mükemmel nakışlar kuşatıyordu. Cilt sanatını, Kur'an-ı Kerim'lerimizi tamir eden ve adeta yeniden yenileyen Bekir Hoca'nın mekanında tanımış ve sevmiştim. Mezar taşları üzerindeki sanatları ise şehrimizin Şeyh Musa Kabristanı'na giderken temaşa ediyordum.
O gün bugündür klasik Türk İslam sanatlarına büyük bağlılığım ve hayranlığım var. Gazetecilik yapmaya başladığım 1978 yılından bu yana sevgim ve ilgim azalmadı, aksine arttı. Geçen "Babıali Sohbetleri"ne misafir konuşmacı olarak davet edilen Şeyhülhattatin Hasan Çelebi, "Bir gece içinde İstanbul'dan 300 hattat işsiz kaldı." deyince bu söz büyük yankı uyandırmıştı. Bir bakıma sanatkarlarımızın o zaman yaşadığı büyük acıyı, dramı yansıtıyordu.
Necmettin Okyay ve Mustafa Düzgünman ebru sanatını, hattat Hamid Aytaç hat sanatını alıp ihya etmişlerdi. Süheyl Ünver ise tezhip, minyatür ve nakış sanatlarını terk edilmek istendikleri derin ve kuytu kuyulardan çekip çıkarmıştı. Rikkat Kunt ve Muhsin Demironat da bu alanda büyük emekleri olan hocalardı. Eski hattatların hepsini rahmetle anmak lazım ama Ali Alparslan Hocam da hüsn-ü hattın üniversite çevrelerinde yayılması için büyük gayret sarf etmişti. 1985'te Üsküdar'daki attar dükkanında kendisiyle mülakat yaptığım rahmetli Mustafa Düzgünman, bana dert yanmış ve "Dünyanın dört bir yanından insanlar gelip bizim ebruyla ilgileniyorlar. Oturduğum semtteki hiçbir komşum bugüne kadar benden bu sanatı sormadı. Çok meraksız bir milletiz vesselam." diye adeta serzenişte bulunmuştu. Yüzde yüz haklıydı. Ama şükürler olsun ki o gayreti, çabası ve himmeti boşa gitmedi. Bugün artık ebru sanatının ne olduğunu bilmeyen genç kalmadı ülkemizde. Fuat Başar, Hikmet Barutçugil, Alparslan Babaoğlu sanatı taçlandıran ve dünyada tanıtan sanatkarlarımız. Artık medyada da yer aldığı için, çocuklar bile ebrunun ne olduğunu gayet iyi biliyorlar.
Sanat erbabı Hasan Çelebi'nin yanı sıra, Hüseyin Kutlu, Ali Hüsrevoğlu, Hüsrev Subaşı, Muhittin Serin, Kamil Nazik, Savaş Çevik, İsmail Yazıcı, Muhsin Demirel ve diğer kıymetli üstadlar hat sanatımıza büyük merhaleler kazandırdılar. Çiçek Derman, İnci Ayan Birol, Gülbün Mesara, Gülnur Duran ve İlhan Özkeçeci ise tezhip sanatımıza mühim katkılar sağladılar. Minyatürde rahmetli Nusret Çolban adeta İstanbul'un her tarafını süsledi. Cahide Keskiner ise bir okul oldu. Uğur Derman, Süheyl Ünver'in misyonunu üstlenerek ömrünü bu güzel sanatlarımıza adadı. Nakışta Semih İrteş ve Mamure Öz unutulamaz.
İhtişam ve zarafetu2026 Evet bu sanatlarımızda hem büyük bir görkem vardır hem de derin bir incelik. Ve medeniyetimizin, içerden beslenen ama dışa yansıyan çehresidir bu sanatlar. El emeği göz nuru idiler, sabır imbiğinden geçen abide şahsiyetlerin eliyle vücut buldular ve bugüne kadar geldiler. Düne kadar horlanan, yok sayılan bu sanatlar, şimdi el üstünde, baş üstünde tutuluyor.
1970'li yıllarda sadece Kubbealtı Cemiyeti, Cerrahpaşa Tıp ve Topkapı Sarayı'nda icra edilen bu sanatlarımız şükürler olsun ki, bugün başta İstanbul'da olmak üzere neredeyse ülkenin her yerinde öğreniliyor, uygulanıyor. Vakıf ve derneklerin yanı sıra artık okullarda da, üniversitelerde de önceleri sırt çevirdiğimiz bu sanatlar gözde oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kuruluşu İSMEK, bu sanatlara sahip çıktı ve öğretilmesi için büyük çaba harcadı. Şüphesiz ki bu kurslar faydalıdır. Belki her yerde ehil hocalar bulunamıyor, belki layıkınca bu nadide sanatlarımız öğretilemiyor, ama yetişen ve yetişecek olan sanatkarlarımız inanıyorum ki, ileride ebruyu, hattı, nakşı, minyatürü ve tezhip sanatını en iyi şekilde yeni nesillere öğreteceklerdir.
Kemiyet olarak yayıldı ve uygulayıcıları çoğaldı bu sanatlarımızın. Peki ama ya keyfiyet ne durumda? O konuda Uğur Derman hocamızın kaygıları var. Biraz daha titizlik, biraz daha hassasiyet istiyor haklı olarak. Bu sanatlar birkaç haftada veya ayda öğrenilemez. Büyük emek, gayret ve çalışma ister. Dolayısıyla bu sanatlara gönül veren gençlerimizin biraz daha terlemeleri, az daha koşuşturmaları, titizlenmeleri ve sabırlı olmaları gerekiyor ki, klasik sanatlarımızdaki o ihtişamı ve zarafeti yeniden yakalayabilelim.