İhmalkârlığı kâr sanmak!
Bugün Ümmeti Muhammed’in maruz kaldığı müzmin bir hastalıkla karşı karşıya kalıyoruz: İhmalkârlık… Öyle ki bu hastalık, hastalık olarak görülmüyor… Tedaviye ihtiyaç duyulmuyor… Bu da ayrı bir hastalık… Hatta ihmalkârlık kâr sanılıyor…
Sanıyorum kulluk sınavımızı zora sokan en ciddi
suçlardan biri ihmalkârlığımızdır…
Diyebilirim ki, öyle ihmaller vardır ki sonucu
kasıtlı işlenen bazı hatalardan daha ağır olabiliyor
Evet, kimi günahlar, yanlışlar, hatalar, suçlar
bilerek, isteyerek işlenmiyor… Birçoğu ihmalimizin sonucu…
Hak edene hakkını vermemek, sürüncemede bırakmak,
kulak ardı etmek haksızlığa prim vermektir…
Ödüllendirilmesi gerekeni ödüllendirmemek…
Cezalandırılması gerekeni cezalandırmamak…
İyiliği cezalandırmak, kötülüğü ödüllendirmekle eş
anlamlıdır…
Gecikmiş adaletin adalet olmadığını bilmeyen var mı?..
Mazlumların çırpışını, çığlığını izlemek veya yüz
çevirmek o cürme ortak olmak değil midir?
Başarısız olabiliriz, sonuç alamayabiliriz fakat
kötülüğe müdahalemiz yoksa kuşkusuz vebal altındayız…
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değil
miydi?
Bugün düşmandan daha çok ihmalimiz bizi vuruyor… En
ciddi yanılgımız, ihmalkârlığı karakter edinmek ve bunu meslek bilmek… İhmal
suikastlarının müsebbibi biz değil miyiz?
Gâvurların yaptıkları orada kalsın, gafletimiz bizi
bitirmiyor mu?..
Sürdürülemeyen sorumluluklar, yarım kalmış görevler,
sil baştan başlayan tekrarlar, inisiyatifsizlik, iradesizlik, ihtimamsızlık
umutları tüketiyor…
Bu ihtimaller yarınları yaralıyor, geleceği karartıyor…
İhmalkârlığımız ilahi emanete düşürülmüş kara bir
lekedir… Bugün başımıza gelen musibet, felaket ve belalar kim bilir geçmişteki
hangi ihmallerimiz sonucudur…
İhmal eden, savsaklayan, aldırmayan, geçiştiren ve
bunu alışkanlık haline getiren, yaşam tarzı edinen bir ümmet iflah olmaz,
toparlanamaz ve kendine gelemez…
Yüz yıllık bir ihmalin sonucu olsa gerek bu ümmetin
sefaleti ve esareti bitmiyor… Parantez kapanmıyor…
Yoksa zamana yaydığımız yükümlülüklerin zamanla
zamanaşımına uğrayacağını mı sanıyoruz?..
Dosyamızın kabardığını, suçumuzun arttığını fark
etmiyoruz…
Açık söylemek gerekirse; ipe un seren, havanda su
döven, topu taca atan, “çizdim, oynamıyorum,” diyen “yerim dar” diyenin bu
davada yeri yoktur…
Öldürücü suskunluk, kahredici vurdumduymazlık tüm
kasvetlerin ve gayretlerin temel nedenidir …
Davetsiz ve cihadsız hayatların hayrı kalmıyor…
Aksiyonsuz ve aşksız hareketlerde bereket görülmüyor…
Ninova’yı, hatta Okçular Tepesini ihmal ettik… “Bu
sıcakta sefere çıkılır mı?” dedik...
“Allah için ayağa kalkın denince yere çakılı
kaldık.” Duyarlılığımız gitti… Duruşumuz değişti… Duruma göre vaziyeti idare
eder olduk…
Önümüzde daha uzun zaman var, tevbe ile telafi
ederiz, dedik. Hani bizim mahallemiz, sokağımız hedef kitlemiz vardı… Bir
insanın hidayetine vesile olmak dünyalara bedeldi… Tüm engellemelere rağmen
yüreklere dokunurduk… Bugün engeller kalktı, biz yerimizden kalkamıyoruz…
Bunca imkâna rağmen bu nasıl bir ihmal? İzahı zor
bir durum… İmtihanda bocalıyoruz…
İhtimam gidince ihmal başlıyor, imtihan zorlaşıyor…
Daha da vahimi ihmal yerinde durmuyor, derinleşiyor, yaygınlaşıyor…
Kur’an’ı mehcur bıraktık…
Mabetleri metruk bıraktık…
Yoksulları mahrum bıraktık…
Yeryüzünü mücrimlere bıraktık…
Yeryüzünün efendisi biz değil miydik? Halifelik
bizde değil mi? Bu misyonu ihlal ve ihmal en büyük saygısızlık olmaz mı?..
Peki en çok neyi ihmal ettik?
Adaleti ihmal ettik… Ahlakı ihmal ettik… Ahireti
ihmal ettik…
Kim bilir belki Allah’ı ihmal ettik…
Evet, Allah’a iman ediyoruz, ama yine de ihmal
ediyoruz ve de iflah olmuyoruz… Namazdaki üşengeçliğimizi başka türlü nasıl
izah edebiliriz?
Topyekûn kulluğumuz ve onun mütemmimi olan
kardeşliğimiz ihmal riski altında…
Yoksullarımız, yetimlerimiz, yalnızlarımız,
yaşlılarımız nerede?
Unuttuklarımız, uzaklaştıklarımız…
Kudüs, Kurtuba, Kafkasya, Kırım, Keşmir tarihi bir
ihmalin kurbanı olan coğrafyalarımız değil mi?
Tabi ki, Kitabı ve kıbleyi ihmal edenlerin ne
ülküsü, ne de ülkesi kalıyor…
Dahası biz kalbimizi ve ruhumuzu ihmal ettik… Yani
kendimizi ihmal ettik, kaçınılmaz bir netice olarak birbirimizi ihmal ettik…
Vicdanı, mizanı imanın gereğini ihmal ettik…
Ahdimizi, akdimizi, andımızı, ihmal ettik…
Tüm bu ihmaller edep, erdem, haya, terbiye, görgü,
nezaket, özveri, özen gösterme hassasiyetimizi zedeledi…