İfşa makamında sosyal medya (1)
Artık mahremiyetin, manevi derinliğin, saf ve masum duruşların, bakir ve keşfedilmemiş ruhsal duyuşların, temiz aşkların, gizli sevdaların yeri yok dünyamızda. Sosyal medya ağıyla ifşa olan onca mahrem duygular, onca hayat enstantaneleri ve onca acılar ve sevinçler nereye hangi yüreğe nasıl sığar.
Bir duygu bombardımanı ile karşı karşıya kaldığımız şu günlerde, ekranlardan, telefonlardan, sosyal hesaplardan oluk oluk akan onca acı, aşk, sapkın cinsellik, travmatik sancılar, savaş acılarından akan kanla yoğrulmuş yüzlerin hüznü, obur ve utanmaz duruşlar, arsız kahkahalar, donatılmış onca sofra, o donatılmış sofraların üzerine doğru akan masumların kanı, yüreklerden pare pare ayan olan sırlar, ucuz aşklar, sefil acılar ve bitmek bilmeyen egoların harlanan her defasında çoğalarak artan ifşası söyleyin hangi aciz insanın yüreğine ve dahi muhayyilesine sığar.
Çocuktuk ve acılar gerçek yaşanması gerektiği gibi yaşanır ve bizi kedere ve hüzne taşırken aynı zamanda umuda ve aydınlık yarınlara da taşırdı. Çocuktuk, mahrem duygularımız, gizlerimiz, sırlarımız, utanmalarımız, haya ile kızaran çehremiz vardı. Gösterecek bir maharetimiz yoktu, varsa o bize ait en mahrem bir sır gibiydi. Mütevazı duruşlar ve ince sezişlerle istidatlarımızı öylece içten içe yaşar ve ifşa etme gereği bile duymazdık.
Gençtik, o zamanlar cep telefonları, sosyal medya paylaşımları, Facebook ve Twitter hesapları yoktu. Ama yüreğimizde an an büyüyen sevdamızı, gönlümüzün çeperlerine kadar işleyen aşk acısını anlatacağımız samimi ve içten dostluklarımız, sırdaşlarımız, utandığımız çekindiğimiz ebeveynlerimiz, yüzüne bakmaya kıyamadığımız sevdalarımız, yüreğimizde an an büyüttüğümüz düşlerimiz, aciz ve çaresiz kaldığımızda sığındığımız ve yüreğimizi inşirahlara taşıyan manevi iklimlerimiz vardı.
Şimdi elimizdeki telefonun, bilgisayar ekranlarının, televizyon ekranlarının ve sinema afişlerinin tam ortasından vuruldu masum çocukluğumuz ve gençliğimiz. Şimdi yüzü kızaran sevdalar yok artık. Şimdi, masum yüreklere kilitli gizemli aşkların kıyısında soluklanan o tertemiz çocukluk artık ekranlardan akan oluk oluk akan o kirli ve sıvışık, o bozan, ifsat eyleyen duygu seline çoktan kendini kaptırdı. Hem de hiç farkında olmadan, hem de öylece içten içe, yavaş ve sessizceu2026
Bu kuşatmadan nasıl kurtulabiliriz diye düşünüyorum, kendim, ailem, çocuklarım ve gençler, içinde bulunduğum muhit hep beraber, topyeku00fbn bir kurtululuş nasıl olur diye hep düşünüyorumu2026 Ekranlar uzak olsa da artık herkesin cebinde ve elinde minyatür ekranlardan oluk oluk bozan, ifsat eyleyen, maneviyattan uzaklaştıran, insanı fıtri değerlerinden yoksun eylerken, dünya hayatını oyun ve eğlenceye döndürmüş bir küçük Şeytancık var. Bu küçük Şeytancık, tam da o büyük şeytanın bu zamana, bu ahir zamana, modern zamana uygun oyuncağı ve büyülü çeldiricisi.
Bizler bu çeldiriciye, bu büyülü ayartana ve çağa uygun bir şekilde hayatımızın her evresine girift bir halde sızmış bu aletlere, bu dünyalara dair neler yapmalarıyız. Hangi silahla kuşanıp bu şeytanın bu ifsat eden bozan yuvalar yıkan, bozgunlara uğratan, manevi tüm değerleri yerle bir eden bu insafsız şeytani dünyanın karşısında nasıl bir karşı koyuşla durmalıyız. Böylesine bozguna uğratan, değerleri yok eden dünyayı nasıl hayra ve iyiliğe döndürebiliriz diye düşünmekteyim.
En son memlekete gittiğimde utanarak bir köylümüz geldi otobüs beklerken yanımıza. Karşıda eşi ve onaltı yaşlarında oldukça güzel bir kız çocuğuna alttan alttan bakarak, sigarasını derin derin çekerek anlattı. Ağlar gibi, yanık yüzünün hüznü, başını öne eğmesi, gözlerinin nemlenmesi bir baba şefkatine dönüşmüş ağır bir imtihanın cenderesinde sıkışıp kalmış hal ile öylece anlattı. Kızı internetten birisini bulmuş ve bu güzel kız çocuğunu ve kocasını bırakıp kaçmış, o da bu torununu alıp gelmiş, okutacağım, yanımdan ayırmayacağım diyor sessiz gözleri nemli, ağarmış saçlarından terler sızarken ağlar gibi yere bakarken. Asırlık bir çınar ağacının gölgesinde, bu küçük Anadolu kasabasında hazin bir hikayeyi böylece bir babanın kederli gözlerinden ve dahi yüreğinden, sıcak bir Temmuz günü sessizce dinliyoruz. Dinliyoruz ve onu teskin etmek teselli etmek için konuşmaya çalışıyoruz çarnaçar.
Kim bilir böylesine hazin, yuvalar yıkan, gizli saklı kalmış, ifşa olmuş ve ya olmamış, bilinmeyen ne çok hikayeler gizlidir klavye ekranlarında, telefon tuşlarında, sosyal medya paylaşımlarında. Toplumun yumuşak karnı gibi olan, ham, keşfedilmemiş, terbiye edilmemiş, ilahi olanla muhatap olmayan tarafıyla ar damarı çatlıyor. Çatlıyor ar damarı, haya, edep yoksunu nice insan, terbiye olmamış, ahlaki yoksunluklarla, cinsel açlıklarını, nice sapkınlıkları, tüm devirlerde yaşanmış ve peygamberlerin muhatap olduğu her türlü fahşa ve sapkınlıklarla şu an gençliğimiz muhataptır. Kurtarılmayı bekleyen genç nesil ne yazık ekranlardan akan oluk oluk eviçlerimize uzanan, sonra aile mahremiyetini paramparça eyleyen tüm arsız, hayasız ve ahlaksız tekliflerin odağındadır. Ne kadar görmemeye çalışsak da ne kadar gözlerimizi kapasak da bu yara en derin halde tam da içimizde kanamaya devam ediyor.