İfadesiz yüzler
Etrafınıza dikkatlice baktığınızda, giderek yüzlerde “ifade” ve
“anlam”ların yok olduğunu farketmeye başlarsınız. Yoksa sadece ben mi
farkediyorum? Bunun giderek dünya ölçeğinde “mankurtlaş(tır)ma” siyasetinin ya
da stratejisinin bir parçası olduğunu düşünüyorum.
İnsanlardan bir kısmı sanki yeryüzünde serbest atomlar gibi geziyor
görünüyorlar ve hatta gençlerde daha çok gözlemlediğim husus; ayakları yere
basmıyor ya da bu dünyaya ayak basmıyor gibiler. Belki gençlikte zaten böyle
durumlar olduğunu söyleyerek itiraz edebilirsiniz. Fakat bahsettiğim durum
gençlik hallerinden farklılık arz etmektedir. Bunların teorik açıdan ilintili
olduğu süreçleri irdelemeye çalışacağım.
Birincisi, insanlar arasında ve bilhassa gençlikte bir ideal ve
ülkü oldukça zayıfladı hatta yok oldu da diyebiliriz. İnsanın ömrünü adayacağı
maddi hedefler dışında bir ideali olmalıdır. Bu durum hiç kuşkusuz postmodern
düşüncenin etkilerini bariz hissettirmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü
postmodernlikle birlikte meta anlatı devri bitmiştir. Yani tüm tarihi ve
insanlığı açıklama iddiasında bulunan ve evrensel kurtuluş öneren düşünceler
geçersiz ilan edilmiştir. Dolayısıyla bu durum epey zamandır “ideal”leri artık
hayattan çıkardı.
Buna karşılık hayatı daha “an”lıksal yaşamlara böldü. Birbiri ile
ilintisiz parçalar yaşanmaya başlayan hayat tutarsızlaştığı gibi kimlik ve
kişiliği de parçaladı. Şimdi “dehri”lik daha çok prim yapmaya başladı. Yani
hayat haz alınan ve anlıksal olarak yaşanan ve tüketilen bir fenomen oldu. Burada
herşey olduğu gibi insan hayatı da tüketimin bir konusu haline gelmiştir. Öyle
ki, artık ilişkilerde bile süreklilik aranmaz olmuştur; ilişkiler de hızla
tüketilmektedir.
Burada insanın dünyada nasıl konumlandırıldığı ciddi bir sorun
olarak ortaya çıkmaktadır. Zira İslam’ın belirttiği üzere dünyaya yükümlü
olarak gelen insan profili zayıflamış görünmektedir. Dinin günümüzdeki durumu
oldukça kritiktir. Bir yandan oldukça olumsuz temsilleri sebebiyle dine yönelik
rezervler gelişmiştir. Ancak öte yandan dinin insana sağladığı “aşkın”la
bağlantıyı bir başka şeyin sağlayamaması sebebiyle din bir imkan olarak devreye
girmektedir. Bu ya mevcut dinleri sahiplenerek ya da çok farklı ögeler
dinselleştirilerek yapılmaktadır. İslam açısından insan dünyaya yükümlü bir
varlık olarak gönderilmiştir. Bu bir boyutuyla dünyayı kurtarma sorumluluğudur.
Fakat yükümlülüklerinden geri çekilen insanın eşya ve dünya ile sağlıklı
ilişkiler geliştirmesi beklenemez. Bunun sonucunda “anlam” da geri
çekilmektedir.
Postmodern küresel dünya kapitalizmin ileri aşaması ve ulus aşırı
sermaye ile karakterize olunabilir. Dünyada mal mübadelesinin devam etmesi,
tüketimin sürekliliği ile mümkündür. Dolayısıyla dünya insanının düşünmeden,
tefekkürden uzaklaşarak yönetimselliğinin sağlanması düşünülmektedir. Bunun
için en gerekli araç (medium) ekranlardır. Artık ekranlardan yeni bir gerçeklik
sunulmakta, insanlar ekrana bağlanmakta, bu arada diğer düşünce, din ve
ideolojiler ise arkeolojik kalıntılar olarak resmedilmektedir.
Burada esas korkulan ise, dinlerin postmodern küresel sistemin
işleyişine ve ekranlarda yaratılan gerçekliğe rezervler koymasıdır. Dikkat
edilirse küresel sistem bir benzeşmeyi birlikte getirmektedir. Yani dünya
ölçeğindeki insanlar her bakımdan birbirine benzemektedir. Aslında bir şekilde
ekranlarda yaratılan gerçekliğe muhatap olan kitleler, birbirine benzeyerek
ifadesiz yüzlerle topluma katılmaktadır. Zaten onlardan istenen de budur.
Tüm bunlara dayanarak belirtmeliyiz ki, ideal, hedef, anlam,
yükümlülük ortadan kaybolduğunda insandaki ifade de derinlere çekilerek
kaybolmaktadır.