Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Eylül 2018

İdlib’de 100 yıllık hesap

Bundan tam yüz yıl önce Halep ve İdlib toprakları elimizden alındı. İdlib’i savaşla değil Yüzbaşı Ali Rıza Bey ve kardeşi Hasan’ın ihanet ederek düşman kuvvetlerine katılmaları sonucu kaybettik. Fransızlar Suriye topraklarında Şam, Halep, Nusayri Alevi devleti, Dürzi merkezli Jabel dürüzü, Hatay ve Lübnan devletlerini kurdular.

Hatay devleti hepimizin malumu olduğu üzere ana vatan ile bütünleşti. Lübnan ise hala bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürüyor. 1937 yılında Şam, Alevi, Halep ve Dürzi devletleri birleşerek Suriye devletini oluşturdu. 1943’de manda karşıtı Şükrü el Kuvvetli Suriye Cumhurbaşkanı olurken 1946 yılında BM’ye üye oldu. Suriye 1970 yılında Baas’ın askeri kanadı sorumlusu Hafız Esed’ın yönetimine girdi. 48 yıldır Nusayri Alevi Esed ailesinin hükümranlığında varlığını devam ettiriyor. 2000 yılında Hafız Esed’in ölümüyle oğlu Beşar Esed’in iktidar dönemi başladı.

AK Parti iktidarlarıyla ortak kader, ortak tarih ve ortak gelecek perspektifinden ilişkiler geliştiren Beşar Esed, 2009 yılında ortak bakanlar kurulu toplayacak kadar iki ülke arasındaki kardeşliği perçinleştirilmişti. Arap baharının etkisiyle Mart 2011’de başlayan rejim karşıtı gösterilerin şiddetle bastırılması Türkiye Suriye ilişkilerinde soğuk rüzgarlar başlattı. 9 Ağustos 2011’de Davutoğlu’nun Şam ziyaretiyle Esed’in ikna edilememesi üzerine 21 Eylül’de Türkiye Suriye ilişkileri kesildi.

Türkiye, politikalarını Suriye rejimi ile Suriye halkını ayrı tutarak geliştirdi. Rejimin yaptığı katliam ve zulümlere karşı halkı koruma politikası uyguladı. Esed’in Türkiye’ye karşı yaklaşımı ise, katliamdan kaçan sivillerin Türkiye’ye alınmasına içerleyerek Türkiye’yi kendine düşman olarak tarif etti. Düşmanlıkta o derece ileri gitti ki, 23 Haziran 2012’de Lazkiye açıklarında uluslararası sularda eğitim uçuşu yapan bir Türk F 4 uçağını düşürerek Türkiye’yi Suriye iç savaşında taraf haline getirmek için çabaladı durdu.

2014’de Irak ve Suriye’de faaliyete başlayan DEAŞ terör örgütü, olayı Suriye’nin bütünlüğü içinde diktatör Esed’in devrilerek Suriye halkının geleceğini özgür iradesiyle belirlemesi bağlamından çıkartarak, batı-doğu medeniyet çatışmasına dayalı yepyeni bir boyuta taşıdı.

İsrail-ABD projesi olan DEAŞ’ın devreye girmesi, İsrail’in demokratik seçimle iş başına gelebilecek Suriye yönetiminin kendisine Esed’den çok daha fazla tehlikeli olduğunu görmesi ve Esed’i ayakta tutma politikası uygulamaya başlamasıyla başladı. DEAŞ hiçbir zaman Esed, İsrail ve ABD güçlerine saldırmadı, hep Müslümanlara saldırarak, Esed’e, PKK’ya, ABD’ye alan açtı. Öldürdüğü ise uğruna savaştığını söylediği Müslümanlardı.

Suriye halkının yüzde 10’una yani Nusayri Alevilere sırtını dayayan Esed’in yüzde 90’ı kontrol altında tutma yöntemi ise şiddet ve katliamlar oldu. Suriye Ordusu’ndan ayrılan unsurların kurduğu Özgür Suriye ordusu karşısında yenilgiyle yüz yüze geldiğinde 2014 yılında devreye İran ve Şii milisler girdiler. İran’ın ve Şii milislerin de yenilgiyi tatmaları üzerine ise Esed’i ayakta tutacak en büyük güç olan Rusya, 2015 Eylül ayından itibaren hava gücü ağırlıklı olarak Suriye’de boy göstermeye başladı.

Türkiye, ABD ile Rusya’nın Suriye’nin zenginliklerini paylaşma girişimi karşısında 24 Ağustos 2016’da Fırat kalkanını başlattı. Harekat sırasında dost ve düşmanların ne kadar iç içi geçtiğini, ortada sözde büyük devletlerin çıkarları doğrultusunda terör koridoru, bölgenin su ve enerji kaynaklarının paşlaşımı, etnik temizlik yapılarak bölgede demografik yapının değiştirilmesi gibi hedeflere hizmet ettiği gözlemlendi. Türkiye DEAŞ’a El-Bab’da darbe vururken, DEAŞ Münbiç topraklarını ABD’li, İngiliz, Alman bilumum haçlıların feyk attığı diğer terör örgütü PKK’ya teslim etti, Esed destekli PKK unsurları Tel Rıfat üzerinden El Bab’a ulaşmaya çalıştı. Esed’i koruyan şii milisler ise Güney’den Türkiye’nin El-Bab’a girmesinin engellemenin yollarını aradılar. DEAŞ’e karşı operasyonda ABD’si Rusya’sı Türkiye’nin karşısında dururken Zeytin Dalı’nda terörist PKK’nın Afrin’den temizlenmesinde de ittifak etdiler.

Suriye savaşı İdlib’de düğümlendi. Astana süreci ile oluşturulan 4 çatışmasızlık bölgesinden 3’ü Esed’in kimyasal silahlarının da devreye girmesiyle rejimin eline geçti. Muhaliflerin elinde son kale olarak İdlib kaldı. Rusya, Suriyede muhacir savaşçılar denilen İdlib merkezi de kontrol eden Heyetü Tahrirü Şam’ı terör örgütü olduğunu ileri sürerek Esed’in İdlib harekatına yeşil ışık yakıyor. ABD ve Müttefikleri, Esed ile görüşerek İran kontrollü şii milisler yerine PKK teröristleriyle İdlib müdahalesini yapmasını istiyor. Bu arada Türkiye 29 Ağustos 2018’de resmi gazetede yayınlanan kararname ile Heyetü Tahrirü Şam’ın terör örgütü olduğunu bir kez daha deklare etti.

Gelinen noktada, müstekbirler İdlib’e müdahale ve kimyasal senaryolar üzerinden Suriye masasında yer alma telaşına girdiler. Dertleri Akdeniz’deki Türkiye’nin en az 500 yıl ihtiyacını karşılayacak enerji kaynaklarından Türkiye’yi ve Müslümanları mahrum bırakmak. Rus ve ABD savaş gemileri ve uçakları göstermelik savaş için Akdeniz’de konuşlanmış durumda. İncirliği kullanamayacağını bilen ABD Larnaka’da B 52 bombardıman uçaklarını hazır bekletiyor. Esed’in 215 kez kimyasal silah kullanması karşısında sessiz kalan dünya, muhaliflerin elindeki son kale İdlib’e müdahaleye meşru gerekçe olarak kimyasal bir senaryo üzerinden yürüyecekler. İdlib’in rejimin eline geçmişinin bölgeye istikrar getireceğini umanlar yine avucunu yalarlar. İdlib’e saldırı durumunda Türkiye 4 milyon mültecinin daha sorunlarıyla yüzleşirken, Fırat Kalkanı ve Zeytindalı harekatıyla gerçek sahiplerine kavuşturulan topraklar da Esed’in tehdidine maruz kalır.

İdlib’e olası bir harekat, Türkiye-Rusya ve İran arasındaki emperyalizm karşıtı ittifakı çökertirken, ABD-İsrail-İngiltere’nin sömürü düzeninin derin bir nefes alarak ekonomik ve askeri saldırılarına daha güçlü bir şekilde devam etmesini sağlayacaktır. Buradaki bir ateş kıvılcım Akdeniz’i hatta tüm dünyayı yakacaktır. Vesselam….