İdlib uzak değil
2014 yılında Suriyeli öğrencilere Türkçe dersi veriyordum. Bunların çoğu İdlibli öğrencilerdi. Bazılarının telefonu halen bende var. Fakat aradığım numaralar kullanılamamakta. Ya ülkemizden giderken kapatmışlar ya da başka bir şey.
Yarın İdlib yolcusuyuz. TÜRDEB ve
İHH’nın birlikte organize ettiği, “Türkiye’nin Dergileri İdlib’e Gidiyor”
programı kapsamında biz de bu kültür ve edebiyat kervanının bir yolcusu olarak
Suriye’ye, İdlib bölgesine geçeceğiz. Buraya giderken ilk düşündüğüm şey, acaba
2014’te ders verdiğim bu öğrencilerimi orada bulabilir miyim?
Ölüm ve hayat, tarih ve tabiatın bir
arada olması şimdilerde İdlib’in bir kaderi olsa gerek. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde İdlib’e
dair güzel hatıralar okumuştum. Buradaki dağı, taşı, insanı, coğrafyayı ince ve
süslü bir dille anlatan Evliya Çelebi’nin özellikle İdlib bölümünün okunmasında
fayda vardır. Hacca giden Sürre Aylarının önemli bir durağı olan İdlib’i
Ülkemiz İnsanı pek bilmiyor. Halep, Şam, Hama, Humus’u daha çok bilirdik.
Suriye iç savaşı ile hem sünni olması bağlamında hem de Hatay’a 50 km uzaklıkta
olan bu şehri bir Osmanlı şehri olarak hatırlamak zorundayız. Tarih bize bunu
zorunlu kılıyor. İdlib’e aitlik duyguları içerisinde kaynaşma ve bağdaştırıcı
bir edebiyat ruhunu ortaya çıkarmak lazım. Bu nedenle yarınki geziyi edebiyatçı
arkadaşlarımız nezdinde bu açıdan önemli buluyor. Tabi buradaki iç savaştan
dolayı buradaki trajediyi, insan ölümlerini, tabiat ve tarihin yok oluşunu
gazeteler, medya kuruluşları muhabir göndererek haberleştirdiler. Oradaki dramı
kamuoyuyla paylaştılar. Bu durum medya açısından olağan bir durumdur. Ama
yarına kalmak adına bir İdlib mefkuresi oluşturmak anlamında edebiyatçıların, yazarların,
şairlerin bu bölgeye gitmesi lazım. İdlib’le birlikte Haleb’in de bu ülke
insanıyla hiçbir farkı yok.
Geçtiğimiz günlerde bir vesileyle
görüştüğümüz yazar Dr. M. Yalçın Yılmaz, Halep’ten bahsederken “biliyor musun
Halep, Sivas’ın yaylağıydı. Aynı durum Sivas için de geçerli. Yani Sivas ta da
Helep’in kışlağı imiş. Şimdi sınırlar çizilirken Sivaslılar Halep’te,
Halepliler de Sivas’ta epey kalmıştır. Bunu niye anlatıyorum. Geçtiğimiz
günlerde bir belediye başkanı Suriyeliler için “burada kendi vatanınızda imiş
gibi yaşayabilirsiniz demiş. Sözüm ona her fırsatta Suriye karşıtlığını öne
çıkarmak isteyenler, hemen bu belediye başkanına sözlü saldırı pozisyonuna
geçmişler. Hep bir ağızdan “Efendim burası Suriye değil, Burası Türkiye,
demişlerdi.
Suriye şehirlerinden bahsederken
özellikle sınır şehirlerinin bizim sınır birleriyle öteden beri bir kardeşliği
söz konusudur. Bu kardeşlik Osmanlı’dan tevarüs etmiştir. Bazen bir şehir başka
bir şehrin kazası (ilçe) konumundaydı.
Mesela Urfa ile Rakka böyle bir şey. Gaziantep ile Halep böyle bir şey, Hatay
ile İdlib de böyle bir şey.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile
Suriye ve İdlib gündemi geriye düşmesin. İdlib’i, Hama’yı, Humus’u sürekli
tahattür etmek gerekiyor. Bu şehirler Osmanlı şehirleri. Yine Evliya Çelebi’den
bir örnek vereceğim. Evliya Çelebi, Suriye’nin başkenti olan Şam ( o zamanlar
Dımışk. Arapçada adı halen Dımışk) Şam
şehri içerisinde üç bîmâristan (tımarhane, akıl hastanesi) ve bir dârüşşifa
(sağlık yurdu) bulunduğunu dile söyler. Evliya Çelebi nazarında Şam çok
gelişmiş bir şehirdi. Şam‟da bulunan dârüşşifada hastalara sunulan hizmetlerden
şöyle bahseder: "… Bütün hastalara sırmalı kumaşlar, dîba, şîb, zerbâf
kadife, sereng ve çeşit çeşit Frenk işi değerli kumaşlardan yorgan ve döşekler
verirler ki bir âyan (bölgenin ileri geleni, aşiret reisi) sarayında yoktur.
İdlib uzak değil, dedik. Şam’a kadar
uzandık. Bir edebiyatçı olarak buralardan sürekli bahsetmek lazım. Şam da bir
Osmanlı mirası... Tarihimiz, dinimiz, medeniyetimiz buralara gömülmeden sahip
çıkmalıyız buralara, buraların insanlarına…