İdeoloji, zooloji ve insan
Zoolojinin bir bölümü ve alt dalı olarak ortaya çıkan ideoloji bugün, ortaya çıktığı zaman dilimine göre oldukça farklı anlamlarda kullanılıyor. Hayvanların zihinsel yetenekleri bilinmeden onların tanınamayacağı anlayışıyla bir bakıma “düşüncenin bilimi” olarak 17. yüzyılda ortaya çıkarılan bu terim o gün bugündür insanın ve insanlığın başına sayısız belalar açtı. Kökeninde ideanın, yani düşüncenin yer aldığı bu terim diğer bütün aşırılıklarda olduğu gibi zaman içinde kendi söyleminin mutlak düşmanı haline geldi. Ve bugün artık ideoloji, bakış açısını berraklaştırmanın değil daraltmanın, hatta köreltmenin katalizörü olarak kullanılıyor.
Terim hususen yirminci yüzyılın başından
itibaren yerleşik hale gelen ulus devletlerde kamplara ayrılan insanların
sığındığı “deli gömleği” rolünü üstlendi. Avrupa başta olmak üzere, özellikle
soğuk savaş dönemlerinde bu uğurda nice nesiller yok edildi, geri çekilmek
zorunda bırakıldı, yeteneklerini kullanamayacakları küskünlük alanlarına mahkum
hale getirildi. Avrupa ülkeleri bir anlamda ideolojinin zehirlediği iç
dünyaları teskin etmenin ve onun yerine yeni değerler tahkim etmenin
imkanlarını da fırsatlarını da buldu, iyi kullandı ve ideoloji belasından
kendini kurtardı ama bizim gibi iki arada bir derede kalan toplumlarda terim
hala belli düzeyde iş görüyor, ayrışmanın fitili olarak belli mahfillerde ateşi
yakılmaya devam ediliyor. Gerçekte bizim gibi İslam inancına sahip ülkelerde
“her insanın kendi sorumluluğunun sonucu olarak yargılanması gerektiğine”
yönelik açık öğretiler dururken insandan ziyade kitleleri sorumlu addeden, formülasyonu istisnayı hesaba katmadan
değerlendiren, kurunun yanında yaşın da yanacağını seyretmeyi makul gören
böylesi çarpık bir yaklaşımın nasıl olup da bu kertede etkili olduğu üzerine
mutlaka kafa yormak gerekir.
Düşüncenin
bilimi olarak tedavüle giren ideoloji uzun süredir düşüncenin körleşmesinin en
önemli aracısı konumunda. Dünya literatüründe hala kullanılan “ideolojik körlük”
diye bir tabir var. İdeolojinin kitleler üzerinde belirgin bir algı kapanması
yarattığını, o kapanmanın akıl tutulması üzerinden gerçeğin görünmesi önündeki
engelleri çoğalttığını tespit için toplumlara şöyle bir bakmak yeterlidir.
İdeoloji, sağlıklı bakışın önündeki en büyük engeldir. Böyle kalsa, zararı
doğruyu görmeyi engellemekle sınırlandırılmış olsa yine iyi. O sadece hayata,
insana, topluma, değerlere bakıştaki tutarlılığı ortadan kaldırmakla kalmaz
fakat aynı zamanda kötülüğün yayılmasına rıza göstermenin de mutlak
yapıştırıcısı olarak işlev görüyor. Bir ideolojiye sahip olduğunuz andan
itibaren mensubu bulunduğunuz toplumsal kitlenin aidiyetiyle mensup olduğunuz
yerden çıkan hiçbir kötülüğü görmeyen, her kötülükte mutlaka bir iyilik usaresi
arayan, bulan ve onu onayan, bağlı olduğunuz lider bile hata yaptığında “bir
bildiği vardır” bataklığına saplanan; karşınızdakinin, muhalif olduğu
düşünülenin en büyük hakikatini bile lekelemeye yönelik arayış içine giren ve
aranan bulunmadığında kendini kaybederek o lekeyi oraya kendi elleriyle
yapıştıran ateşten bir ruha dönüşürsünüz. İdeoloji elinizden sağduyuyu aldığı
andan itibaren geriye ne iyilik ile kötülük ne doğru ile yanlış ne haklılık ile
haksızlık ne merhamet ile zulüm arasındaki çizgi kalır ne de aslında insanca
bakmanın geriye kalan tefrik mekanizmaları… İdeoloji bir körlük olsa, görülmek
istemeyeni gördürmemekle kalsa zararı nispeten telafi edilebilir ama o “yanlış
gördürmenin” stratejilerini de üreterek olanı olmadığı biçimiyle görmenin
yöntemlerini pekiştiriyor. Sizi mutlak bir indirgemecilikle “ben” ve “öteki” arasındaki
tercihe itiyor. Üstelik “ben”, dünyanın en büyük kötülüğünü yapsa da onanan ve
kutsanan; “öteki” dünyanın en büyük iyiliğini yapsa da gayrı meşru ve
lanetlenen bir içerikle donandırılıyor. İnsan ve insanlık için bundan daha
büyük bir zehirlenme yoktur her halde. Bu o kadar böyledir ki bizim gibi
duygusal toplumlar söz konusu edildiğinde, sloganların anında sokağa döktüğü
tez canlı benlikler dikkate alındığında, ideolojilerin zararlı etkisi Çernobil
faciasından çok daha fazla yaşanır. Ve biz bunu yüz yıl öncesinden beri gördük,
yaşadık, tecrübeye dönüştürdük ancak hala ondan ders almış gibi görünmüyoruz.
İdeoloji yerine idealin
bilimi olarak tahayyül edeceğimiz idealoji ise şunu söyler: Özellikle insan söz
konusu olduğunda her türden indirgemecilik yanlıştır. Biri ağrıyor diye bütün
organlarımızı suçlamadığımız gibi tek bir hatasında muhatabımızın bütün
özelliklerini mahkum etmemelidir. İçlerinden biri yanlış yaptı diye o düşünenin
bütün taraflarını cezalandırmak içgüdüsü de buna dahildir. Kim hata yaparsa
yapsın, yanlış kimden gelirse gelsin karşısında olmayı; kim erdemli davranırsa
ve doğruya yönelirse yanında olmayı bilmelidir. Velev ki ideolojisi bizden
değil, velev ki karşı tarafta duruyor ve öteki…
İdeoloji
teriminin zoolojiden türemiş olması boşa değil. O deli gömleğini giymiş,
varlığını o gömlekle ifade eden, kendini bütünüyle o gömleğin uzantısı olarak
gören insanın vereceği zarar düşünüldüğünde hayvanlar elbette masum kalır.
Çünkü insanlık tarihinde ideolojisinden dolayı hemcinslerinden yüz binlercesini
katledenler vardır ama bunu yapan, yapmayı düşünen, üstesinden gelen tek bir
hayvan kategorisi bile yoktur. Bütün bunları düşününce insan şöyle demekten
kendini alamıyor: keşke ideoloji zooloji alanıyla sınırlı kalsa, insana hiç
bulaşmasaydı…