İddia sahibi ol ama yolu şaşma
İnsanların bilgi ve işlerinde doğrular vardır yanlışlar vardır. İnsanlar bu doğruları ve yanlışları ile ilim, akıl, ahlak ve gerçek inançta iddia sahibi olur, yaşar ve son nefeslerini verirler. Bu iddiaları, onları hayırla yâd ettirir. Ya da tam tersi ile… Siyasi, içtimai, ticari, iktisadi,.. her ne varsa bu alanlarda bu doğrular ve yanlışlar baş etkendir.
İnsanların
inandıkları ve iddia ettikleri doğruların peşinden gitmeleri en büyük
haklarıdır. Bu hak doğuştan gelen bir nimet olmasına rağmen yanlışları doğru
kabul etmek yaşarken ortaya çıkan bir haldir. Bu halleri ise büyük bir vebal
doğurur. Bu vebali çoğaltan, “doğru nedir yanlış nedir” konusunda insanların
ilim, akıl, ahlak ve gerçek inanç dışına çıkması ve her işin, her bilginin
isabetli olduğunu süzgeçsiz ısrarla kabul etmesidir. Bunlara binaen “doğrunun
tarifinin yapılması, nesnel olması ve Hakka uygun olması” gerekir.
Doğru kavramını, insanlara
ilim, akıl, ahlak ve gerçek inanç zaviyesinde doğrulatan en önemli unsurlar
şartlar ve isabetliliktir. Bir şey isabetli ise o, doğru, değilse o da
yanlıştır. Şartlar değişmişse bir doğrunun doğruluğu yanlışlanabilir.
Dolayısıyla şartlara göre isabetli olana doğru, isabetsiz olana ise yanlış
denilir.
Mesela bu çağda,
ateşli silahların yaygınlaştığı ve çok ilerlediği bir savaş meydanında tankı,
uçağı, topu, tüfeği olan düşman üzerine kılıçla yürümek asla doğru değildir. Bu
durum ilmen ve aklen doğrulatılamaz bir isabetsizliktir. Savaş meydanına
kılıçla inmek, düşmana kılıçla yürümek yüzyıllar öncesinin doğrusudur ve bu
çağda yanlıştır. Bugün artık şartlar değişmiş ve ateşli silahlar olmadan savaşa
katılmak ahmaklık olur.
Yalan söylememek; her
devrin, her çağın doğrusudur. Adaletli olmak; her devrin, her çağın doğrusudur.
İnsana zulmetmemek, faizden uzak durmak, millete hizmet etmek, ülkesine sahip
çıkmak, ırza, namusa, can ve dine kast etmemek, dil uzatmamak, dünyanın gelip
geçici olduğunu, leş olduğunu bilmek gibi her devrin ve her çağın onlarca
doğrusu vardır. Bütün bunların da her şart altında isabetli olmaları, bu
doğruları Hak yapar. Dolayısıyla bir işe, bir söze Hak denebilmesi için onların
her şart altında isabetli olması gerekir.
Doğru olmayan her
bilgi yanlıştır. Yanlış ve yalan her bilginin, her işin sonu pişmanlıktır.
Bilginin ve işin doğruluğu ve haklılığı tereddüdüne düşüldüğünde durup beklemek
ve tekrar düşünmek, insanı; ilmi, akıllı ve ahlaklı yaptığı gibi yanlışlardan
da korur. Böyle davranmak, insanı hem doğru yapar hem de selâmete götürür.
Bütün bunlardan
mülhem insan, hem kendini hem dünyayı değiştirme iddiasında ise iddiasının
isabetli olması elzemdir. İddiasından vazgeçmemesi ve iddiasının Hak zeminden
şaşmaması onun için en baş kuraldır. Bir de bu iddialarında arzu ve
ihtiraslarının devreye girmemesi gayreti olmalıdır. Kendisinde olmasa da
başkalarının arzu ve ihtiraslarına kurban olmaması, has yolu olmalıdır.
İsabetli olmayan iş ve bilgilerle haddi de aşmamalıdır. Yoksa kendisine de
ülkesine de yazık edecektir.
İddia sahibi olmak,
önce insan olmaktır. İnsan olan zaten doğruların peşinde olmayı Hak yolunda
olmayı gerektirir. Böyle bir insan asla ve asla haddi de aşmaz yolu da
şaşırmaz. Yolun çizgisine arzu ve ihtiraslarına yenilmiş bir halde yeni
çizgiler eklemez. Kendi kelime ve kavramlarının dışına çıkarak iddiasından
vazgeçmez.
İddia sahibi olmak
demek bireysel ahlak ve toplumsal ahlak ile yürüyeceği için yolu takip etmeyi
gerektirdiği için bunların terki durumunda ahlak elden gidebilir, hidayet
kararabilir. Buna binaen iddia sahipliğinin ahlakı; iddianızın içeriğinin dolu
olmasını, doğru olmasını ve Hak yolunda olmasını gerektirir. Böyle bir durum da
sizin ahlakınızın yüceliğini, azim ahlak sahibi Hazreti Peygamber ahlakına benzerliğinizi
gösterir. Yoksa ilim, ahlak, akıl ve gerçek inanç yolunu şaşırmış
kaybedenlerden olursunuz.