Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


İçsel ve dışsal çıpalar

Kur’an-ı Kerim’de bir âyete atıfla başlayalım; “Biz onlara âyetlerimizi (insanı kuşatan) dış dünyada ve insanın içinde (içsel süreçlerinde) Onun hakikat (gereklik) olduğunu ortaya çıkarana kadar göstereceğiz. Rabbinin her şeye şahit olması yeterli değil mi?” (41/Fussilet, 53).

Bu âyeti epey zamandır özellikle bilimsel çalışmalardaki önemli bir sorun çerçevesinde düşünmekteyim. Aslında çok boyutlu tartışmaların kavşak noktasında bulunması, soru(n)lara cevap vermesi bağlamında tartışılması gereken içerikler taşımaktadır. Bunlardan en önemlisi, insanın hakikati yani gerçekliği nasıl elde edeceği sorunu. Diğer ise aslında buna bağlı olarak bir yöntem sorunu.

Doğrusu bu âyete Suriyeli düşünür Cevdet Said, kitaplarında çokça değinmektedir. Said, müslüman toplumların ilmilikten uzak, rastgele bakış açıları ile şiddet ve hegemonyaya kayan tavırlarını eleştiri konusu yaptıktan sonra, insanı çift boyutlu olarak kuşatan dış dünyadaki gerçeklikler ile iç dünyasını burada analiz konusu yapmaktadır. Ben ise Said’in konuyu ele alış biçiminden biraz daha genişletmeye çalışacağım.

Öncelikle pre-modern dönemde insan için varlık ve bilme çok boyutlu olarak düşünülmekte ve tecrübe edilmekte idi. Söz gelimi; vahiy bir bilgi kaynağı kabul edilmekte, duyular ve tecrübi bilgi de “insanın bilme”sinin içine dahil edilmekteydi. Modern zamanlara geçişle birlikte “bilme” öncelikle “bilimsel” olanla sınırlandı ve pozitivizm en geçerli yöntem olarak kabul edildi. Bu bakış açısından dini bilgilerin ve inançların hepsi bir sorunsala dönüşmüştü.

Dini bilgiyi kesin olmayan, mugalata, batıl itikat ve mitoloji olarak değerlendiren bu yeni anlayışın tek sorunu dinle ilgili değildi. Aslında yeni bilme biçiminin tüm varlığı kapsayamadığı için insana dair gerçeklikleri bile ortaya koyamadığı görülmeye başlandı. Çünkü iptal edilen “aşkın”lık insanın her yerinden fışkırıyor ve sıkıştırılmaya çalışıldığı “içkin”lik de varlığı bütünüyle kapsayamadığı gibi insana dair ciddi bilinmezlikleri besliyordu.

Aslında modern düşünce bilme biçiminde her şeyi bir “kesinlik” içinde ortaya koymayı, metafizik spekülasyonlara son vermeyi hedeflemekteydi. Meselâ; Auguste Comte’un sosyolojide yapmaya çalıştığı şey buydu. Fakat bu hedef aşırı noktalara ulaşarak insanın kimi boyutlarının gözden kaçırılmasını sonuçlamıştı.

Bu bilme tarzında bir süje olarak insan öne çıkmakla birlikte, gerçeklik bütünüyle dış dünyadaki nesneler ve fenomenlere indirgenmişti. Dış dünyadaki eşya (şeyin çoğulu) kendi gerçekliğini bize göstermekteydi ve biz de onları olduğu gibi görmekteydik. Yukarıda âyette belirttiğimiz “afak” yani “dış dünya”da gerçeklik dediğimiz boyutun burada gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla varlık dünyasını anlamanın birinci yolu dış dünyaya bakmaktır.

Fakat varlık dünyasını kavramak için bu bakış yeterli değildir. Çünkü dış dünya gai sebepleri söylemeyebilir, salt dış dünyaya bakış bir materyalizmi sonuçlar. Halbuki varlığın bir başka boyutu içsel dünya ve süreçlerdir. İnsan içine dalarak kendisini keşfeder, bir dünya kurar. Modernliğin bir aşamasında sadece tek bir bilme biçimine bu sebeple itiraz edilmiştir. Romantizm ya da anlamacı yaklaşım bu boyuta açık ve örtük referanslarda bulunmaktadır. Dolayısıyla içsel süreç dışarıda bırakılamaz. Yukarıdaki âyetin ikinci kısmı da buna değinmektedir.

Belirtilen âyet insanın varlık ve bilgi ile ilişkisinde ona iki çıpa atmaktadır. Birinci çıpa; dış dünya ve nesnelerdir. İkinci çıpa da; insanın içsel dünyasıdır. Dolayısıyla insan “dış”ına ve “iç”ine birlikte döndüğünde gerçekliği, daha az kayıpla (bu kayıplar insani zafiyetlerdir) kavrayabilecektir. Modernlik sadece “dış”a, postmodernlik ise “iç”e dikkat çekerken gerçekliği tek boyutlu olarak görmekten başka şansı olmayacaktır.